Peygamber Efendimiz’in risalet görevi ile ortaya çıkışını kendi ilkelerine göre değerlendiren Voltaire, bu noktadaki tespitlerinde çok sığdır. İslâm tarihinden ve onun ana kaynaklarından tamamen habersizdir ve ortaya kendi yanlış, temelsiz iddialarını atar.
18’inci yüzyıl filozoflarından olan Voltaire, kendi çağında döneminin düşünürlerinden biraz farklı olarak İslâm, Türkler ve müslümanlar söz konusu olduğunda tarafsız yorumlar yapmaya çalışmış bir isim olarak gösterilir. Bir bütün olarak incelediğimizdeyse Voltaire’in İslâm ve Hz. Peygamber konusunda klasik Batılı kültürel ve genetik kodlarını kıramadığını görürüz. Aydınlanma felsefesinin bu ünlü filozofu, Batılı düşünürlerin İslâm’a, Kur’an’a ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme yaklaşımlarını eleştirse de önyargılı davranarak aynı yanlışa düşmekten kurtulamaz. Kullandığı İslâm ve müslüman karşıtı kaynakların da bu durumda etkisi olduğu gerçeğini göz ardı etmiyoruz. Ancak yine de eldeki metinlere baktığımız zaman Voltaire’in oryantalist anlayış içinde çok farklı bir duruş sergilediğini kabul etmek mümkün değildir. İslâm’la istihza eden satırların sahibi olan filozofu bazı gerçekleri görüp söylediği için diğer oryantalistlerden ayırmak bizce mümkün değildir.
Fransız ansiklopedist ve Aydınlanma felsefesinin öncülerinden olan Voltaire, farklı zamanlarda kaleme aldığı metinlerde İslâm, Türk ve müslümanlar üzerine görüşlerini aktarırken genel anlamda tarihî meselelerde çağdaşlarına nazaran daha tarafsız bir yaklaşım sergiler. İslâm, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber hakkındaki yazılarında ise bu tarafsızlığı pek muhafaza edemediğini ve çağının bağnaz tutumundan çok uzağa gidemediğini görürüz. Kendisinden önce yazılanların ve çağdaşlarının İslâm hakkındaki yazılarında gördüğü hatalı bilgileri düzeltmeye çalışıp görece daha makul bir tavır takınmaya çalışsa da birçok noktada o da olumsuz görüşler ortaya koyar. Bunların bir kısmı bizce Voltaire’in determinist felsefeden ve deizme yakın olan Tanrı ve din anlayışından kaynaklanır.
Felsefe Sözlüğü isimli ünlü eserinde “bağnazlık, mucize, ahlâk” gibi kavramları açıklarken din ve Tanrı yaklaşımı bariz bir şekilde deist anlayışının izlerini taşır. Yine evren ve kâinat hakkında açıklamalar yaparken, Tanrı’nın varlığını izah ederken kullandığı zorunluluk argümanları da determinist felsefenin izahı gibidir. Doğal olarak İslâm hakkında konuşurken çerçevesini kendisinin çizdiği ahlâk, Tanrı, mucize, vahiy, bağnazlık gibi kavramlardan hareket ederek değerlendirme yapar. Bu nedenle de çoğu yerde eleştirdiği Batılı düşünürlerin düştüğü bağnazlık hatasına kendisi de düşer.
İçindekiler:
Voltaire’in Hatası Neredeydi?
Avrupa ve Çin uygarlıkları üzerine o zamana kadar yasaklanan dinler üzerine bir mukayese yapan Voltaire, eserlerinde bazan hatalara düşmesine rağmen özellikle Çin ve Uzak Doğu inançlarına daha makul ve hoşgörülü yaklaşır. İslâm ve Peygamber Efendimiz hakkında ise yer yer tarihî gerçeklerle çelişen, aşırıya kaçan, asılsız ve iftira boyutunda eleştiriler yapar. Hep eleştirdiği “bağnazlık” tavrını kendisi de gösterir. Yazdığı hikâyelerde ana karakterler üzerinden hem eleştirir hem de kendi anlayışına göre yargılar.
Bu noktada bir örnek vermek gerekirse Voltaire tarafından kaleme alınan “Scarmentado’nun Seyahatlerinin Hikâyesi”ni okumak yeterli olacaktır. Hikâyenin kahramanı olan Scarmentado, düşünce olarak müslümanlara ve Türklere karşı önyargılı, onların “imansız, kafir ve çok zalim” olduklarını etrafına anlatan biriyken bir Avrupa gezisine çıkar ve gittiği yerlerde sadece inançlarından dolayı insanların yakıldığını, çeşitli zulümlere maruz bırakıldıklarını görür. Avrupa macerasının ardından Türkiye’ye giden hikâye kahramanı karşılaştığı manzara karşısında çok şaşırır. Çünkü Osmanlı topraklarında kendi ülkesinden çok daha fazla kilise ile karşılaşır ve bu kiliselerin farklı hıristiyan inançlarına ait olduğunu görür. Yine bu kiliselere giden gayrimüslim tebaanın çok rahat bir şekilde ibadetlerini yerine getirdiklerini ve istedikleri gibi dua ettiklerini fark eder. Osmanlı ülkesinden sonra hikâyeye göre İran, Çin, Hindistan ve Amerika’ya da gider ve Avrupa’da gördüğü bağnazlığın aynısını bu ülkelerde de görerek kendi ülkesine geri döner.
Osmanlı ülkesinde de kendi anlayışına ve düşünce prensiplerine göre bağnazlıkla karşılaştığını düşünen hikâye kahramanı üzerinden eleştirilerde bulunan Voltaire, dikkatsizlik ederek hatalı tespitlerde yapmıyor aslında. Temelde Voltaire’i yanıltan ilk unsur yanlış ve iftiraya dayanan bilgileri doğru kabul ederek referans alması, yazdığı mesele hakkında yüzeysel ve sığ bilgilere sahip olması, kendi din ve dünya anlayışından hareket etmesi. Mesela Peygamber Efendimiz’in doğum tarihi olarak 578 yılını vermesi buna örnek olarak gösterilebilir. Yine Peygamber Efendimiz’in Hazreti İbrahim’e bağlanan şeceresi ile ilgili olarak konu hakkında hiçbir ilmî veriye ve bilgiye sahip olmayan Voltaire bu şecereyi kabul etmemektedir. Bu durum da onun hiç sevmediği “bağnazlık” tutumuna Batılı diğer yazarlar gibi kapıldığını ve her şeyi kendi penceresinden okuyarak değerlendirdiğini gösterir.
Voltaire ve İslâm
Voltaire, kendisine kadar gelen İslâm ve müslümanlar hakkında yazılmış yazılarda yer alan yanlış ve saçma düşünceleri kabul etmez ve bunları eleştirir. Bu noktada bir örnek vermek gerekirse Voltaire, “Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler” isimli eserinde Batı dünyasında Peygamber Efendimiz’e geldiği iddia edilen Harut ve Marut adlı iki melekten bahsedildiğini yazar. Voltaire’in saçma bulduğu hikâyeye göre, insanlara eğitim vermek, onları yanlış düşüncelerden, cinayetlerden ve her türlü kötü alışkanlıklardan korumak için Allah tarafından gönderilmiş iki meleğin adıdır. Bu gerçeği bilen bir kadın bu iki meleği yemeğe davet eder ve onlara içki içirerek kandırıp ahiret sorularının cevaplarını onlardan alır. Allah da bu durum üzerine kadını Zühre yıldızına çevirir ve iki meleği de cezalandırır. İşte bu olayın müslümanlara içkinin yasak edilmesine neden olduğu anlatılır.
Voltaire, bu hikâyeyi naklettikten sonra “Kur’an’ı istediğiniz kadar tamamıyla okuyun, bu saçma masal hakkında tek bir söz bulamazsınız.” der. Voltaire, kendisi açısından saçma ve gerçeklerle bağdaşmayan bu anlatının yanlış olduğunu söylerken içkiyi Peygamber Efendimiz’in yasakladığını ve bunu da müslümanların sağlığını korumak için yaptığını söyler. Burada Voltaire’in doğaüstü olaylar ve “mucize” kavramlarına karşı olan olumsuz tavrı karşılaştığı böylesi gerçeklikten uzak bir hikâyeyi fark etmesini ve eleştirmesini kolaylaştırıyor. Ancak onun bu düşünce prensibi her zaman olumlu sonuç vermiyor. Temel düşünce ilkesi olarak “vahye” ve “vahyedilmiş bir dine” inanmayan Voltaire, Kur’ân-ı Kerîm’i de bu ilkelere göre değerlendirir. Mesela aynı eserde yer alan “Türkler Nereden Geldiler ve Nasıl Müslüman Oldular?” yazısında Miraç meselesini anlatırken onun bu tavrını net bir şekilde görürüz. Voltaire’e göre güya Peygamber Efendimiz bir gün cami kürsüsünde “yanılıp” büyük tepkiyle karşılaşması üzerine(!) Kur’an’a -hâşâ- sure eklediğini söyler.
Peygamber Efendimiz’in risalet görevi ile ortaya çıkışını kendi ilkelerine göre değerlendiren Voltaire, bu noktadaki tespitlerinde çok sığdır. İslâm tarihinden ve onun ana kaynaklarından tamamen habersizdir ve ortaya kendi yanlış, temelsiz iddialarını atar. Hele Peygamber Efendimiz’in Yahudiliği ve Hıristiyanlığı yok etmeyi kafasına koymuş olması ve buna karşı olarak da Hz. İbrahim’in mezhebini yeniden canlandırmayı istemesi iddiaları Voltaire’in üzerinde düşündüğü meselede konuya hiç nüfuz edemediğini ve hep satıhta kaldığını gösterir.
“Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler” isimli eserin devam eden sayfalarında Peygamber Efendimiz’in “ümmî” olmasını kabul edemeyen filozof, kendi mantığına göre bazı izahlar dener.
“İslam Peygamberi’nin okuyup yazması olmadığı inanılır şey değildir. Hatta, milletine ve zamanına göre çok bilgin olması gerekir; çünkü Arap takvimini reforme etmesini bildiği gibi, hekimliğe ait bazı meşhur sözleri de vardır. Tüccar, şair, yasa yapan, devlet kuran olunur da imza atmayı bilmez mi? Buradaki izahlarda da kendi çağdaşlarının ötesine geçemeyen ve onların düştüğü benzer hatalara, yanılgılara düşen Voltaire, bir taraftan Kur’an’ın mucizevi yönüne işaret ederek dil gücünden, zarif ve yüce olmasından bahsederken diğer taraftan da İslâm vahyini beşerî seviyeye çekmeye çabalar. Kısacası eleştiri ve tespitlerinde yanlış ve yetersiz kaynaklardan beslenmenin ve önyargılarından sıyrılamamış olması yüzünden çağdaşları gibi Voltaire de gülünç duruma düşer. Peygamber Efendimiz’i bir şair olarak öne çıkarmaya çalışan filozof aslında kendini, eleştirdiği diğer Batılı düşünürlerin hatalarını farklı bir yönden tekrar etmekten kurtaramaz.
Voltaire, Rus çariçesi II. Katerina’ya yazdığı mektuplarda karşımıza klasik bir Haçlı askeri gibi çıkar. Çarlık Rusyasının zaferleriyle adeta kendinden geçer.
Batı dünyasındaki düşünürleri eleştiren Voltaire, onların Kur’ân-ı Kerîm noktasında eksik ve yalan yanlış bilgilere sahip olduklarını, gerçek bir bilgi ve fikir sahibi olmadıklarını, Kur’an konusunda çok gülünç yorumlarının bulunduklarını söyler: “Bizim ediplerin pek azı Kur’an’ın ne olduğunu bilir. Gerçek bilginlerimizin onca incelemelerine rağmen, bu konuda edinilen fikirler yanlış ve gülünçtür.”
Kur’ân-ı Kerîm hakkında olumlu tespitler yapan Voltaire, onu muazzam edebî bir dile sahip, vezinli, kafiyeli, güçlü ve kuvvetli bir nesir olarak görür. Oryantalistlerin Kur’ân hakkında kaleme aldıkları yazılarda ona asılsız sözler kondurduklarını söyleyen Voltaire şu ilginç satırları kaleme almaktan da çekinmez: “Biz o kitap hakkında sayısız asılsız sözler söyledik. Oysa, Kur’ân’da bunların hiçbiri yoktur. Keşişlerimizin asıl zoru müslüman Türklerleydi. İstanbul’un fatihlerine başka türlü karşı konamayınca, onlar aleyhine kitaplar yazıp durdular. Sayıca yeniçerilerden üstün olan yazarlarımız, kadınları partilerinde kazanmaya uğraştılar. Sözde, İslâm Peygamberi kadınları akıllı yaratıklardan saymazmış; Kur’ân’ın hükümlerine göre hepsi köleymiş. Bu dünyada hiçbir varlıkları olmadığı gibi, cennette de yerleri yokmuş. Baştan başa yalan olan bunlara Avrupalılar inanmıştır. Meğerse bu inancı değiştirmenin tek çaresi, Kur’ân’ın ikinci ve dördüncü surelerini okumakmış.”
Döneminin bağnaz anlayışından farklı ve insaflı bir açıdan bakan Voltaire, aynı yazının devam eden sayfalarındaysa yukarıdaki satırları yazan bir insandan beklenmeyecek derecede sığ ve yanlış hatta iftiraya varan tespitler yapar.
Mekkeli müşriklerin, “güya Kur’ân’ın vahiy olmadığı, onu Peygamber Efendimiz’in yazdığı” iftiralarını da değerlendiren Voltaire, öncelikle bu konu hakkında küçük bir izah verir. Mekkeli müşriklerin Peygamber Efendimiz’i baskı ve zulümle yenemeyeceklerini anladıkları noktada Kur’ân’ı kendisinin yazmadığını, bu sayfaların yazılmasında bazen bir yahudiden bazen de bilgin bir hıristiyandan yardım aldığına dair dedikodular çıkardıklarını söyleyen Voltaire kendi fikrini dile getirir ve fitnesini ateşlemekten de geri durmaz. “İslâm Peygamberi ile çalıştığı söylenen yahudi, Bensalon adında biriydi. Bir yahudinin, Musevilik aleyhinde yazmak koşuluyla İslâm Peygamberine yardım etmesi gerçeğe benzemiyorsa da imkânsız değildir.”
Voltaire, Aydınlanma felsefesi açısından Batı’da son derece önemlidir. Özgürlükler ve hoşgörü kavramları onun düşünce hayatının en önemli temel düşünceleridir. İnsanların istedikleri gibi düşünüp inanmaları gerektiğini hayatı boyunca savunmuştur. Bu konularda yazılar yazmış, mücadele etmiştir. Deist ve determinist bir anlayışla dünyayı ve evreni anlamaya çalışan filozof, bağnazlığa ve baskıya her zaman karşı çıkmıştır. Din ve Tanrı anlayışı noktasında genel olarak bir yaratıcının varlığını kabul etse de onun dünyayı yarattıktan sonra evrene müdahale etmediğini düşünür.
Voltaire’in Bâtıl Fikirleri
Vahye dayalı dinleri, din adamlarının ve kilisenin uydurduğunu, insanları bu vesileyle baskı altına almaya çalıştıklarına inanır. Hiçbir mucizeye inanmayan filozof, doğanın yasalarının insanlar için değişmeyeceğini ve bu manada evrende bir sabitlik olduğunu söyler. Akılcılığı her fırsatta ortaya çıkarmaya çalışırken de mucizeye, keramete ve menkıbeye olan inancı hedef alır. Ona göre bunlara inanmak bağnazlıktır ve insan, körü körüne hiçbir şeye inanmamalıdır.
Voltaire, dinlerin hepsinin temelde aynı olduğunu ve hepsinin bir yaratıcıya inandığını düşünür. Bu nedenle de dinin insanın günlük hayatına yansıyan ibadet bölümünü kabul etmez. Dua onun için anlamsız bir iştir ve yaratıcı, insanların duasıyla hiçbir şeyi değiştirmez diye düşünür. İlginç bir şekilde, dinin sıradan insanlar için elzem olduğunu düşünür. “Hurafelerden arındırılmış” bir dinin öğrenilmesinde fayda görür. Tanrı düşüncesi de zaman zaman gel git tarzında bir belirip bir kaybolsa da genel hatlarıyla bir yaratıcının varlığına inandığı söylenebilir.
Voltaire’in İslâm Fikri
Voltaire’in İslâm karşısındaki durumu biraz daha karışık olsa da yazdıkları bütünlükle okunup değerlendirildiğinde onun bu konuda durduğu yer net olarak görülür. Voltaire, yazılarında zaman zaman tarafsız ve doğru tespitler yapsa da fotoğrafın genelinde İslâm’a karşı ince bir alayla yaklaşır. İslâm karşısında net bir tavra varamayışına, küçümseyici bir tavır takınmasına, gerçeklikle ilgisi olmayan çıkarımlarına sebep olarak hıristiyan kültüründe doğup büyümesi gösterilebilir. Voltaire, zihnî anlamda genetik ve kültürel kodları Batı medeniyeti ve hıristiyan kültürü ile yoğrulmuş biridir. Bunun doğal bir sonucu olarak da karşılaştığı bir din onun için hemen “öteki” konumuna geliyor ve objektiflik çabasına rağmen eleştirdiği bağnaz tutumdan kurtulamıyor.
Voltaire, İslâm konusunda tarafsızlığını koruyamayıp bağnazlıktan kurtulamamışsa da bazı noktalarda İslâm’ın ve Peygamber Efendimiz’in üstün yönlerini itiraf etmiştir. İslâm hukuku ve müslüman yaşamına dair bazı meselelerde Kur’ân’a müracaat etmiştir. İslâm’ın “af ve merhamet dini” olduğunu da söylemiştir. Kısacası o da çoğu müşteşrik gibi hakla bâtılı, doğruyla yanlışı birbirine karıştırmıştır.
Voltaire’in Müslüman Fikri
Burada ilk müracaat edilecek konu onun Osmanlı karşısındaki tutumudur. Rus çariçesi II. Katerina’ya yazdığı mektuplarda karşımıza klasik bir Haçlı askeri gibi çıkar. Osmanlı’yı, Türkleri ve meseleyle ilgili diğer müslümanları bu noktada olumsuz görür ve Çarlık Rusyasının zaferleriyle adeta kendinden geçer. Katledilen her müslüman için “bayram sevinci yaşarmışçasına” yazması yukarıdaki Voltaire profiliyle hiç uyuşmaz. Özel mektupların kişi hakkında daha açık bilgiler vereceği muhakkaktır. Osmanlı’nın Balkanlardaki ve Avrupa’daki fetih hareketleri ve başarısı Batılı düşünürlerde olduğu gibi Voltaire’in zihninde de İslâm’dan gizli bir korkuya, dışlayıcılığa ve nefrete neden olmuştur.
Voltaire’e yaşadığı dönem açısından baktığımızda biraz farklı olduğunu görürüz. Dönemin düşünürleri, din adamları, seyyahları vs. İslâm, Türkler ve müslümanlar söz konusu olduğunda kasıtlı olarak yalan yanlış bilgiler verir. Kendi toplumlarına bunları bilerek gerçekmiş gibi sunup bu noktada araştırma yapmazlar, hakikate ulaşma açısından hiçbir çaba sarf etmezler. Tek dertlerinin “üstün” Türkler karşısında psikolojik üstünlüğü yitirmemek olduğu kolayca anlaşılır. Voltaire’in onlara nispeten belli noktalarda gerçek bilgiler vermesi, araştırmaya çalışması ve diğer düşünürlerden biraz daha tarafsız olması önemlidir.
Sonuç
Voltaire açısından dikkatimizi çeken en önemli husus onun İslâm ve Peygamber Efendimiz hakkında sahip olduğu bilginin malumat derecesinde kalması, değerlendirmeye yarayacak bilgiden mahrum olmasıdır. Sığ, hatalı ve yanlış bilgilere sahiptir ve önyargılıdır. Voltaire’in İslâm ve müslümanlar konusunda gereken tarafsızlığı ve hoşgörüyü sağlayamama nedenlerinden biri şudur: Batılı kaynaklarca kaleme alınmış yanlı, kasten eksik, hatalı ve yanlış bilgiler içeren kitaplardan beslenmesidir. Belki, onun mason olması ve mason felsefesine bağlılığı da bu açıdan etkilidir. Ancak ömrünün sonunda çok kısa bir dönem mason olabildiği hatırlatılarak masonluğun filozofun düşünce dünyasında herhangi bir etkide bulunmayacağı da iddia edilebilir. Ancak Voltaire’i zihnî ve felsefî dünyası ile bir bütün olarak değerlendirdiğimizde -masonlar tarafından nasıl el üstünde tutulduğunu, üyeliğinde nasıl şaşaa oluşturduklarını akılda tutarak- görüyoruz ki fikirleri, düşünceleri, iddia ve tezleriyle her zaman bir mason gibi düşünmüş, locaya ve o felsefeye bağlı bir masondan çok da uzağa düşmemiştir.