Beşiktaş’ta ilimle meşgul olmaya devam etse de artık mana ve irşad tarafı ağır basar. Etrafında dervişler, boynu bükük müminler, dertliler hatta gayrimüslimler birikir. Ocakta çorba hep kaynar. Dergâhtan kimse aç gönderilmez.
Batı’nın desiseleriyle kendini kaybetmiş, özüne yabancılaşmış, geçmişini karalayan hatta yok sayan kimselerin varlığı herkesçe malumdur. Bu kimselerin özellikle tasavvuf ehline olan tahammülsüzlüğü dikkat çeker. Kendilerini asıl görüp ülkenin öz evlatlarına başka ülkelere gitmelerini dahi söylerler. Böylelerine dert anlatmak gerçekten zordur. Ancak bunlar dışında da tekkeleri, tasavvuf erbabını, onların vatan ve milletle irtibatını yeterince tanımayan kimseler de vardır. Bu kimseler için her gün önünden geçtiği bir tarihi binanın mazisi çok şey ifade edebilir. Bu yüzden tekkeleri tanımak faydalıdır.
Osmanlı payitahtı, camileri ve medreseleri kadar tekkeleriyle de maruftur. İstanbul tekkeleri içinde en meşhurlarından biri de Beşiktaş’ta yer alan Yahya Efendi Dergâhı’dır. Tekke, adını dergâhı kuran Yahya Efendi hazretlerinden alır. Bu büyük zat dergâhını kurduğu bölgeyle birlikte anılagelmiş ve Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi namıyla meşhur olmuştur.
İçindekiler:
Beşiktaşlı Yahya Efendi
Şeyh Yahya Efendi 1495 yılında Trabzon’da doğmuş, 1571 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Babası Şâmî Ömer Efendi, Yavuz Sultan Selim Han’ın Trabzon sancak beyliği döneminde Trabzon kadılığı yapmıştır. Annesi Afife Hatun saliha hanımlardandır. İlmi ve ilim ehlini seven şehzade Selim, Trabzon kadısı Ömer Efendi ile yakın dostluk kurar.
Şehzadenin de kadı efendinin de aynı günlerde evladı doğar. Ömer Efendi oğluna Yahyâ, Şehzade Selim de oğluna Süleyman ismini verir. Afife Hanım yeni doğan şehzade Süleyman’a da süt emzirir. Böylece kadızade Yahya ve şehzade Süleyman süt kardeş olurlar. Bu iki zat ilerleyen yıllarda asrının en önemli simalarından olacak olan Kanuni Sultan Süleyman ve Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi’dir. Kader onları henüz kundakdayken bir araya getirmiştir.
Yahya Efendi, Trabzon’da medrese okur. Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışının ardından Şehzade Süleyman’la birlikte İstanbul’a gelir. Burada Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’de ilim tahsiline devam eder. Ardından müderris tayin edilir ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında Sahn-ı Semân Medresesi müderrisliğine kadar yükselir. Uzun süren müderrislik hizmetinin ardından padişahın hassas olduğu bir konuda aracı olmak isteyince emekli edilir.
Beşiktaş’ta İrşad Evi
Şehir merkezinden uzaklaşan Yahya Efendi kendi imkânları ile Beşiktaş’ta geniş araziler satın alır. Bu arazi bugünkü Yıldız ve Çırağan sarayları ile Beşiktaş stadını kaplayan büyük bir alana karşılık gelmektedir. Yahya Efendi kendi imkanlarıyla aldığı araziye yine kendi gelirleriyle bir dergâh inşa eder. Çevresine bağ ve bahçeler yapar.
Ömrü ilimle geçen Yahya Efendi talebe seslerini, ilim müzakerelerini özler. Hemen bir medrese inşasına yönelir. Ancak maddiyatı zorlanır. İlim yolunda zahmet yaşayan Yahya Efendi’nin bu sıkıntı ile kaleme döktüğü ilmin ve medresenin önemini anlatan, buraları desteklemeyi tavsiye eden çok güzel şiirleri vardır. Bunlardan birini sultana gönderir. Sultan ağabeyinin hayır muradına cömertlikle karşılık verir. Dergâha medrese de inşa edilir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın öfkesiyle emekli edilmesinin Hazret’i ilk başlarda gücendirdiği nakledilir. Beşiktaş’ta ilimle meşgul olmaya devam etsede artık mana ve irşad tarafı ağır basar. Etrafında dervişler, boynu bükük müminler, dertliler hatta gayrimüslimler birikir. Ocakta çorba hep kaynar. Dergâhtan kimse aç gönderilmez. Bu arada Kanuni Sultan Süleyman da ağabey diye hitap ettiği Yahya Efendi hazretlerinin gönlünü hemen almasını bilmiştir. Pek çok hediyeler göndermiştir. Padişah zaman zaman ağabeyine sorular sorar. Bazen de Yahya Efendi müslim ve gayrimüslimlerin ihtiyaçları için aracı olmaya devam eder.
Padişahla Yahya Efendi arasında geçenler nesilden nesile ibret olarak aktarılagelmiştir. Bunlardan belki de en meşhuru “Neme lazım be sultanım!” konulu olaydır. Buna göre Devlet-i Aliyye’nin en ihtişamlı günlerini yaşayan Kanuni Sultan Süleyman Han, Yahya Efendi’ye bu saltanatı neyin bozacağını mektupla sorar.
Yahya Efendi tek cümlelik “Neme lazım be sultanım!” ifadesiyle cevaplar. İlgilenmemeyi, karışmamayı ifade eden bu cümle sultanı şaşırtmıştır. Bu cevapta bir hikmet olduğunu düşünen ancak anlayamayan padişah ağabeyini ziyaret eder. Bu sefer cevabını uzunca anlatan Yahya Efendi haksızlık ve sorumsuzlukların artıp, iş yapması ve düzeltmesi gerekenlerin neme lazım demesiyle devletin çöküşe geçeceğini söyler.
Yuşa Aleyhisselamın Makamını Keşfi
Yahya Efendi Beykoz’u özellikle Yoros taraflarını sevmiş ve zaman zaman ziyaret etmiştir. Çünkü oradan manevi bir tat alır. Sonunda Yuşa aleyhisselamın makamını keşfeder. Bu olay müslümanların dergâha rağbetini daha da artırır. Balıkçılar sabahları tekkenin önünde toplaşırlar. Yahya Efendi şefkatle iskeleye iner ve dua edip balıkçıları uğurlar. Ayasofya Camii’nde de vaazlar verir. Yaşadığı muhit ve civarında hıristiyan ahali yaşamaktadır. Gayrimüslimlere, özellikle denizcilere şefkatle davranır. Onların sevgisini kazanır.
Pek çoklarının hidayetine vesile olur. Bunlardan Balaban isimli Rum çobanın hikayesi pek güzeldir. Yeşillik alanda koyun güden bir Rum çobanının iki koyunu dergâhtan tarafa kaçar. O sıralar canı tereyağlı ballı taze ekmek çeken çoban dergâha koyun aramaya gelir. Yahya Efendi sofra kurdurur “İşte sana tereyağı, mumlu bal, taze nan (ekmek), istersen yağa ban, istersen bala ban.” der. Gördüğü şefkatle müslüman olan Rum çobanın adı dervişler arasında Balaban olarak kalır.
Osmanlı sultanları, valideler, devlet adamları dergâhın ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenmişlerdir. Yahya Efendi vefat edince türbesini bizzat padişah İkinci Selim yaptırmıştır. Tekke zengin vakıflarla sürekli desteklenmiştir. Yahya Efendi vakfiyesinde yedi gözlü kayıkhane, bahçeler, havuz, bahçıvan odaları, ev, fırın, karakol, ayazma, çeşme ve Beşiktaş ve Ortaköy civarında yetmiş kadar arsa ve evin vakfa ait olduğu kayıtlıdır. Denizcilerin çok sevdiği bir veli olan Yahya Efendi hazretlerinin tekkesine kaptanıderyalar da alaka göstermiştir. Cezayirli Gazi Hasan Paşa onlardandır. Tekkeye bir çeşme yaptırmıştır. Sultan İkinci Mahmud da dergâha yeni derviş hücreleri eklemiştir. Pertevniyal Vâlide Sultan da dergâhla özel olarak ilgilenenlerdendir.
Dergâh bugünkü haline onun zamanında gelmiştir. İslâm coğrafyasındaki çoğu tekkeye cömertlik eli değen Sultan İkinci Abdülhamid Han da dergâhın ihtiyaçlarını tespit ettirip bakım ve onarımdan geçirmiştir. Tekkede yer alan kütüphane Hacı Mahmud Efendi hayrıdır. Tekke haziresi oldukça kalabalıktır. Kabrinde Yahya Efendi’nin komşusu olmak isteyen, tekkedeki Kur’an tilavetinden, zikir ve hayırlı amellerden nasiplenmeyi uman her statüden müslüman buraya defnedilmeyi arzulamıştır. Hazirede sadece saray ehlinin yattığı bir bölüm dahi vardır.
Ben Yahya Efendi’yim
1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla dergâh faaliyetleri durdurulan tekke, cami ve lojman olarak hizmet vermeye devam etmiştir. Böylelikle vakıf mülk ve arazileri olmasa da dergâh belli ölçüde korunmuştur. Bugün bile boğazdan tekkeye bakıldığında sadelik, sekinet ve ihtişamı bir arada görmek mümkündür. Tekkeden boğaza bakmak bir başka güzeldir. Yahya Efendi tekkesi zâhirî ve bâtinî güzellikleri toplayan bir mekan olmuştur.
Beş asırdır İstanbulluların gönlünde ayrı yeri bulunan bu zat cumhuriyet döneminin zorluklarında da unutulmamıştır. Her fırsatta türbeyi ziyaret eden on binlerce müslüman hayretler uyandırır. Özellikle ramazan-ı şerifte ziyaretçisi sabah akşam eksik olmaz. Oraya gelenlerin çoğu mekana sirayet etmiş manevi atmosferi hemen hissederler. Peygamberlerin ve Allah yolunda öldürülenlerin manevi hayatla rızıklandırıldığını bilen müminler, peygamber varisi bu büyük evliyanın kabri başında Kur’an okuyup dua ederler.
Yazıyı ünlü bir tarihçinin videosunda dinlediğim bir olayla bitirelim: Boğazda turistlere rehberlik eden bir rehber hanım boğaz kenarlarındaki yapıları anlatırken sıra Yahya Efendi tekkesine gelir. Buranın 16. yüzyıldan beri korunduğunu, derviş evi olduğunu ve benzeri pek çok bilgiyi veren rehber bir türlü Yahya Efendi’nin ismini hatırlayamaz. Biraz da mahcubiyet duyar. Gece rüyasında sarıklı, sakallı, entarili, nurani bir zat görür. Mübarek mütebessim simasıyla şöyle der: “Kızım sen dün çok yorgundun. Ondan ismimi hatırlayamadın. Ben Yahya Efendi’yim.” Allah Teâlâ makamını âlî eylesin. Ruhu için el-Fâtiha.