Mescit, lügatlerde Müslümanların vakit namazlarını kılmaları ve ibadetlerini yerine getirmeleri için yapılan, içinde cuma ve bayram namazları kılınmayan; minaresiz, minbersiz küçük cami olarak adlandırılmaktadır.
Günlük yaşantımızdaki yeni tanımına baktığımızda ise modern mimarinin dışında kalan yahut içine sessizce sıkıştırılmaya çalışılan ibadethaneler olarak değerlendirebiliriz mescitleri. Bu, ibadete bakış açımızın zaman içerisinde nasıl bir değişime uğradığının hazin bir resmidir.
Katip Çelebi’nin “Bu şehrin ortasında bir tepe vardır ki mescid ve cami ve bazı çarşılar ondadır” dediği mescitler nereye kayboldu? “Bizim şehrimizin ortasında bugün neler bulunmaktadır?” sorularına vereceğimiz cevap, mescitler ile bağımızı, mesafemizi muhasebe etmemize yarar sağlayacaktır.
Eskilerin “Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş” dediği gibi kulluk bilincini, ibadet gayretini yitirdiğimiz günden bu yana mescitlerimizden uzak düştük. Hayatımızın merkezine aldıklarımız ile değişti gönül iklimimiz. Nisan yağmuru gibi gönle şifa namazlarımız, alacakaranlıkta kayboluverdi. Alışveriş merkezlerinde -1. kata saklanan, köprü altına gizlenen, hastanede morgun karşısına kondurulan mescitler ile halis niyetlerimiz, uçup gitti mi yoksa?
Mescitler de Özler
Çarşıda pazarda, alışveriş merkezlerinde çılgınca tüketimin ardından soluklanmak üzere indiğimiz, izbe mekanlara saklanmış mescitler, madde-mana yahut ten-can terazisinin şaştığını göstermektedir. Namaza durduğumuz vakitte, zaman da durmaktadır. Oysa alışverişlerde nasıl da akıp gitmektedir! Zira “Anı yaşa!” söylemlerini renkli vitrin camlarında aramak, mescitlere uzanan yolları süsleyerek gizlemektedir.
Üstadın, “Namaz, sancıma ilaç, yanık yerime merhem / Onsuz, ebedi hayat benim olsa istemem!” (NFK) haykırışı, göz aydınlığımız namazın önemini anlatmak içindir. Nitekim mümin ruh namazı özler. Sanmayın ki sadece insan özler. Mescitler de özler. Mescitler de gözler. Her bir karışında bir secde izi olsun ister. Bir gönle dokunmak, hayır dualara karışmak diler.
Alnımızdan öpmek üzere bekleyen seccadeler, gül kokulu dualar isteyen tespihler ve Fatihalar ile açılmayı murat eden mushaflar ile mescitler, bizi yeniden kendine/kendimize çağırmaktadır.
Yazarın dediği gibi “Ateşten denizde, mumdan gemilerle yüzmekteyiz.” Dünya, görünmez bir el gibi renkli ve hızlı bir hayata çekiveriyor bizleri. Hayat yolculuğumuzda bize nefes veren duraklara uğramalı, bize nefes olan durakları, merkezimize almalıyız. Bir kalbimiz olduğunu hatırlayabiliriz böylece. Namazı, kalbimizin dehlizlerinden gün yüzüne çıkardığımızda, yer altında saklı mescitlerimiz de gün ışığına çıkacaktır. Biz de bir kalbin kandilini yakabilir miyiz, ne dersiniz?