Osmanlı Devleti’nin en zorlu günlerinde tahta geçen Sultan Abdülhamid Han, üst üste gelen ve her biri diğerini doğuran felaketler çağının mazlum padişahıdır. Buna rağmen büyük bir dirayetle Devlet-i Aliyye’yi ayakta tutmuş, kazandırdığı otuz üç senelik zaman diliminde açtığı eğitim kurumlarıyla İstiklal Harbi’ni başarıyla icra eden nesli yetiştirmiştir.
Theodor Herzl ise yahudilerin Arz-ı Mev’ud (vadedilmiş topraklar) üzerinde devlet kurma çalışmalarına önderlik eden bir numaralı isimdir. Dünya Siyonist Teşkilatı, Herzl’in çabaları ve önderliğinde 29 Ağustos 1897’de Basel’de toplanan ilk Dünya Siyonist Kongresi ile kuruldu. Tartışmalar sonunda kararlaştırılan Basel Programı hareketin resmi çerçevesini şöyle belirledi: “Siyonizm, yahudi halkı için Filistin’de kamu hukukunun güvencesi altında bir yurt kurulmasını amaçlamaktadır. Bunun için kongre Filistin’de yahudi çiftçi, esnaf ve tüccarının anlamlı bir şekilde yerleştirilmesine, her ülkenin yöresel yasalarına uygun biçimde musevilerin birleştirilmesi ve örgütlenmesine, yahudi ulusal duygularının ve bilincinin kuvvetlendirilmesine, siyonizmin amacına erişebilme yolunda ilgili hükümetlerin onayını almak için hazırlık çalışmalarına girişilmesine karar vermiştir!”
Bir çiftlik kadar toprak parçası!
Ancak belirlenen bu hedefler için en büyük engel Osmanlı Devleti ve başındaki Sultan Abdülhamid Han’dı. Bu sebeple Theodor Herzl, 1901 senesinin Mayıs ayında, uzun zamandır görüşmek için çabaladığı Sultan Abdülhamid Han’ın huzuruna çıkabilecek izni nihayet alabildi. Gerçekte bu görüşmenin doğrudan olmadığı, Herzl’in taleplerini, Polonyalı bir aristokrat olan Philip Newlinsky aracılığıyla, üstü örtülü bir şekilde ilettiği söylenir ki bu daha doğru bir varsayımdır. Fakat anlatılagelen o meşhur görüşme şu şekildedir:
Sultan o serin bahar gecesi, yatsı namazından sonra saraydaki hususi çalışma odasında Theodor Herzl’i kabul eder. Sade redingotunun içinde mağrur ve kararlı bir tavırla, içeri neredeyse iki büklüm giren Herzl’i nezaketle karşılar.
Görünüşünün aksine ciddi ve hevesli bir sesle, “Sultanım” der Herzl, “Teklifimizin içeriği malumunuzdur zira çeşitli vesilelerle size ulaştırılmıştır. Alicenaplığınız gereği huzura kabul ettiğiniz bu yahudi kulunuz der ki, Osmanlı Devleti’ni bunaltan bütün düyun-u umumiye borcu, bundan böyle biz yahudi kullarınızındır. Gereken meblağı haziney-i hümayuna bağışlayacak ve bir o kadarını da hediye edeceğiz. İstediğimiz Filistin’de küçük bir çiftlik kadar bir toprak parçasıdır.”
Devletin sahibi millet
Hünkâr sabırlı ve ezici bir tutumla tebessüm eder, “Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu devleti kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanlarında kalmışlardır. Türk Devleti bana ait değildir. Türk milletinindir ve ben onun hiçbir parçasını veremem.”
Herzl, alnında tomurcuklanan ter damlalarını ipek mendiliyle silerken devam eder, “Efendimiz, bizim amacımız bu devlete hayırlı olabilmektir. Osmanlı yahudilerinin, Devlet-i Aliyye’ye üç yüz küsur yıllık sadakatlerini siz de takdir edersiniz.”
Sultan Abdülhamid Han, muhatabının son moda yuvarlak vatkalı kruvaze ceketinin içinde küçüldükçe küçülen bedenine bakarak çıkışır, “Beni dinleyin Herzl, sizin ve dostlarınızın gözümüzü boyama peşinde olduğunuzu biliyorum. Zira yirmi milyon Osmanlı lirasından başka paranız yok. Vakıa dış borcumuzun doksan milyon lirayı bulduğu düşünülecek olursa, bunun ehemmiyetli bir miktar olmadığı barizdir.”
“Doğru Efendimiz, lakin paranın ilk etapta en az yüzde seksenini ödetmeyi planladık. Avusturyalı Baron Hirsch ve Alman Rotschild gibi varsıllar bu projeyi destekliyorlar.”
Din nedeniyle göç
Alaycı bir ifadeyle güler Hünkâr, “Onların dahi bu projeyi fazlasıyla zamansız bulduklarını biliyorum Herzl. Çorak bir ülkede, sefaletin daha ileri boyutlarının yaşanabileceği bir başka büyük maceraya atılmak istemediklerini açıkça belirtiyorlar. Haklı olarak, yerleştikleri Avrupa ülkelerinde refaha ulaşmış kardeşlerinin yurt edindikleri toprakları bırakıp yalnızca dinî nedenlerle Filistin’e, düşman bir Arap ve müslüman denizinin orta yerine gitmeye ikna olacaklarını akılları kesmiyor.”
Herzl enikonu telaşlanır, “Efendim, bahsettiğim milyonlarca İngiliz altınıdır… Arzu ettiğiniz kadarını bulmak benim işimdir. Büyük sermayedarların tamamı yakında isteklerimize uygun hareket etmeyi öğrenecekler.”
“Yani her memleketteki iç hâkimiyetiniz yetmediği gibi hem de Filistin’de, İslâm dünyasının en kırılgan noktasında bir de dış imparatorluk kurmak istiyorsunuz. Son sözüm şudur Sayın Herzl, soydaşlarınıza deyiniz ki, otuz dördüncü Türk Padişahı 2. Abdülhamid, Tunus’tan Van gölüne ve Balkanlardan Yemen’e kadar uzanan devletine bir bu kadar daha dâhil edilse bile yahudilere Filistin ya da vatanın herhangi bir köşesinde bir avuç dahi toprak vermeyecektir.”
Herzl bu son ve mutlak irade içeren sözler üzerine boynunu bükerek huzurdan ayrılır. Ancak o ve onun gibiler intikamlarını, Hünkâr’a hal fetvasını vermeye gelen içler acısı ekibi göndererek alacaklardır. Zira bu heyettekilerin en önemlileri şunlardır: Ermeni Aram Efendi, Laz Arif Hikmet, Selanik mebusu yahudi Emanuel Karasu ve Draç mebusu Arnavut Esad Toptani.