İçeriğe geç

Z Kuşağı Nedir?

    Yine “Cafe de Kıraat”ta takıldığım günlerin birinde İsmail abi ile sohbet ediyoruz. Yeni okuduğu kitaptan alıntı cümleler aktarıyor ve şerh ediyor. Günün sermayesi sayarak dikkatle dinliyorum.

    İsmail abi sadece benim değil, gençlerin de gözdesi. İlerlemiş yaşına rağmen kafeye takılan gençlerin, yeni tabirle “yaşam koçu” gibi. Bazen onu kışkırtmak için, bazen gerçekten bir şeyler öğrenmek için yanına gelen gençler, özel hayatlarında da içinden çıkamadıkları konularda İsmail abiyi en güvendikleri insan olarak görüyorlar. O da yumuşak ve neşeli tavrıyla bıkmadan usanmadan anlatıyor.

    – İsmail abi, maşallah hiç yılmadan gençlerle hasbihal halindesin?

    – Yılmak mı? Allah’ın bana verdiği ömür ve bilgi nimetinin zekâtı bile değil kardeş. Şükür ki hâlâ gençlerden bize değer verenler, bir şeyler öğrenmek isteyenler var. Üstelik bu zamanda!

    – Doğru. “Z kuşağı” diyorlar şimdiki gençlere İsmail abi, çoğu zamanları internette geçiyor, hatta internetsiz hayat, hayat değil onlar için.

    İsmail abi pek tepki vermedi bu dediklerime. Sessizce önüne baktı bir zaman. Sonra kafasını kaldırıp itiraz eden bir tonda anlatmaya başladı:

    – Hatırlasana, biz de gençtik bir zamanlar kardeş. Beğenmezdik çağımızı, anne babamızı, hele öğüt verenleri. Sanki bizim aklımız yok mu derdik. X,Y, Z şimdi de alfa kuşağı… Ne derlerse desinler, eski bir hikâyedir gençlerden yakınmak. Peki, her kuşak bir önceki kuşağın çocuğu değil mi? Neden önceki kuşaklar sonrakileri kendilerinden çok farklı görürler? Çocuklarımız bizim ellerimize verilmiş çömlekçi kili gibidir, onları biz şekillendirir, biz pişiririz. Ya da başkalarının yapmasına izin veririz.

    – Aslımız da çamurdan ya İsmail abi!

    – Öyle. Kur’an-ı Kerim’de de Hz. Âdem aleyhisselâmın çamurdan yaratılışından açıkça bahsedilir, hatta bu çamurun aşamaları bile vardır, yani olgunlaştırılmıştır. Bazı tefsirlerde bu aşamalar şöyle sıralanmış: Toprak safhası, çamur safhası, yapışkan çamur safhası, kurumuş çamur safhası, ateşte pişmiş çamur safhası… Bunların hepsi ayetlerde geçiyor. Dikkat edersen aynı porselen yapımı gibi. Allah Teâlâ Hz. Âdem aleyhisselâmın yaratılışına ne kadar önem verdiğini, en güzel şekilde yarattığını açıklar. O’nun bize verdiği değer nerede, bizim kendimize ve çocuklarımıza verdiğimiz değer nerede…

    Sohbet böyle sürerken yan masadan bir genç:

    – Nereden biliyoruz ki çamurdan yaratıldığımızı, diye araya giriyor. Bakışlarımızı yan masaya çeviriyoruz. İsmail abi tebessümle kestirmeden:

    – Kur’an-ı Kerim söylüyor genç kardeşim, diyor.

    – Bu kadar mı yani, diye itiraz ediyor ediyor delikanlı.

    Aslında ben de, İsmail abiyi tanıyan diğer gençler de daha detaylı bir cevap beklemiştik. İsmail abi yeniden:

    – Evet bu kadar. Peki, sen anlat bakalım nasıl meydana gelmişiz?

    – Ben evrime inanıyorum, yani her şey ortada değil mi?

    İsmail abi daha bir ciddileşerek anlatmaya başlıyor:

    – Yani iki kere ikinin dört ettiği kadar, elmanın ağaçtan yere düşmesi kadar, her sabah güneşin doğması kadar gerçek öyle mi? Daha tarihi yüz altmış seneye dayanan bir teoriye, yani bir iddiaya bu kesinlikte inanıyoruz! Üstelik tek bir molekülden bu kadar canlı türünün nasıl meydana geldiğini, milyonlarca yıllık evrimin hangi laboratuvarda nasıl denendiği ve deneneceğine akıl sır ermez iken… Bilim çevrelerinin kahir ekseri evrime inanıyor diye böyle bir teoriyi kabul edip, Allah’ın bildirdiği yaratılışı inkâr etmemiz çok mu akıllıca?

    Delikanlı geri adım atmıyor:

    – Peki siz nasıl kesin olarak biliyorsunuz insanın ilk atasının topraktan yaratıldığına?

    – Ne güzel bir soru! Ben de Allah Teâlâ’nın bildirdiği kadarıyla biliyorum evladım. Ama inanıyorum, çünkü bu yaratılışa şahit olan melekler ve şeytan var.

    – Hayda! Ne kadar bilimsel bir yaklaşım, diye cevabı küçümsüyor delikanlı.

    Eyvah diyorum içimden, tartışma bildik çıkmaza doğru gidiyor! Din, bilim, akıl, vahiy derken herkes başladığı yere dönecek. Bir yandan da İsmail abinin hakiki bir mümin tavrıyla güvenle konuşması da hoşuma gitmişti. Kafedeki herkes pür dikkat kesilmiş, konuşmayı dinliyordu. İsmail abi tebessümle:

    – Söylediklerim bilime aykırı öyle değil mi? Yani deney ve gözlemle onaylanma imkânı yok, ispatlanamaz. Peki o zaman inkâr mı etmek gerekir? Yani tek gerçek bilimin deneyle doğruladıkları! Sanılıyor ki bilim, fizik ötesi hiçbir şeyi kabul etmez. Peki fiziğin sınırları nerede biter, fizik ötesi denilen gerçeklik nerede başlar? Evrende sadece bugünkü bilimin tespit edebildiği yasalar mı geçerli? Hayır, aklı başında kimse bunu iddia edemiyor. Kuantum fiziği ile ilgilenenlere sorun isterseniz. Ya da en doğrusu okuyun, bakalım bugünkü “bilimsel bilgi”nin sınırları her şeyi içine alabiliyor mu? Fakat 19. asrın artık fosil kabul edilen bilimci mantığına göre deney ve gözleme dayalı olanın dışında gerçek yoktur. Orada mı kalalım?

    Gençlerden biri:

    – İsmail abi biraz ağır olmadı mı, diye araya giriyor, 19. asır bilimcilerinden Yaratıcı’ya inananlar da var.

    – Tabii ki vardı kardeşim, şimdi de çok var. Olması da gerekir. Aslında hiçbir vicdan sahibi kişi “gerçek benim tespit ettiklerimden ibarettir” diyemez. İsterse dünyanın en büyük, en itibarlı bilim adamı olsun. Bu çok ilkel bir kibir olur. Bilim, sebep sonuç ilişkisi düzleminde işleyişi açıklar; onu kimin nasıl kurduğunu, başlangıcını, sonunu, gayesini değil. İslâm âlimleri yaşadığımız bu dünyaya “hikmet yurdu” derler. Yani işleyişinde ilâhî bir nizamın olduğunu söylerler. Sebep sonuç ilişkisi de bu hikmet kapsamında görülür. Bulut olmadan yağmur yağmaz, ateş yakar, belli soğukta su donar, bazı mikrop ve virüsler hastalık yapar, çalışmadan kazanmak olmaz vesair… Hatta şöyle bir hikmetli söz söylenir, “Bu hikmet âleminde O’nun hikmetine göre çalış. İşlerin görülmesi için sana emredilen budur. Kendi hatan için de kaderi suçlama. Kaderi bahane etmek tembellerin dayanağıdır.” Diğer taraftan ahiret hayatına da “kudret yurdu” demişler. Orada artık sebepler ortadan kalkmış, imtihan bitmiştir. Orada hüküm sadece dünya hayatının da ahiretin de sahibi olan Yüce Zât’ındır.

    Bilmiyorum kim neyi ne kadar anladı. Kısa bir sessizlikten sonra gençler kendi sohbetlerine daldılar. İsmail abiyle baş başa kalmıştık. Dertleşmek babında:

    – Nasıl sahip çıkacağız gençlere İsmail abi? Evlatlarımız ellerimizden uçup gidiyor, dedim.

    İsmail abi yeniden acı bir tebessümle yüzüme baktı ve;

    – Gerçekten endişe duyuyor musunuz siz ebeveynler? Pek zannetmiyorum, dedi.

    – Niye üzülmeyelim her şey ortada değil mi? Artık din iman adına hiç bir şey konuşamaz olduk evlatlarımızla.

    – Doğru diyorsun ama önce kendimiz çocuklarımıza örnek olacakken başkalarına ihale ettik manevi dünyalarını. Meslekî kariyerlerini manevi kariyerlerinin önüne almadık mı? İmanlarını tahkike ulaştırmadan kör, katı akılcılığın kucağına attık onları. Hoş, biz ne kadar imanımızı güçlendirdik, o da ayrı bir muamma…

    Ne söyleyeyim, diyordu İsmail abi.

    – Umut yok mu yani?

    – Olur mu öyle kardeş! Güneş batıdan doğmadıkça, bu can bu tende durdukça ümit var tabii ki. Ama önce samimi olacağız ve evlatlarımız için çok dua edeceğiz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin “Babanın evladına duası, peygamberin ümmetine duası gibidir” hadisi ne güzel müjde! Ama bununla ilgili sana bir arkadaşımın anlattığı bir olayı aktarayım:

    “Bir gün hâfız-ı Kur’an bir âlimin yanında oturuyorduk. Bir adam geldi, çocuklarından yakındı ve dua istedi. Âlim zât bu adama yukarıdaki hadisi söyledikten sonra; “Sen hiç seher vakti kalkıp evlatlarına dua ettin mi?” diye sordu, adam hayır deyince: “Kalk yanımdan yalancı herif! Beni de meşgul etme. Sen gerçekten evlatların için üzülseydin Allah’a yalvar yakar dua ederdin.” dedi. Sonra bize dönüp, “Bir kimse seher vakti yüreği yanık gerçekten mahzun bir şekilde Allah’a dua etsin de kabul olunmasın, öyle mi? Hiç mümkün mü?” dedi.

    – Eyvallah İsmail abi, dedim, bu kıssadan hissemizi alalım inşallah.

    İkimiz de ayrılmak için ayağa kalkmıştık ki İsmail abi biraz önce sohbet ettiğimiz gençlere bakarak şöyle dedi:

    – Biliyorsun kardeş, ben hiç evlenmedim, evladım olmadı. Ama dua ederken Ümmet-i Muhammed’in yetimlerine dua ediyorum. Siz de evlatlarınıza dua ederken yetimleri de katsanız ne güzel olur. Umulur ki yetimlerin serveri Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hürmetine Allah duamızı kabul buyurur.

    Kaynak: Semerkand Dergisi Şubat 2022

    Z Kuşağı Nedir Videolu Anlatım