İçeriğe geç

Allah’a İman Nedir?

    Allah’a İman Nedir

    Şüphesiz bizler kalplerimizle iman ediyor ve dillerimizle ikrar ediyoruz ki, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah Teâlâ tektir. Ortağı yoktur. Hiçbir şey O’na benzemez. Herhangi bir şey O’nu âciz bırakamaz. O’ndan başka ilâh yoktur. Ezelîdir, başlangıcı yoktur. Ebedîdir, nihayeti yoktur, yok olmaz. Fâni değildir. Sadece O’nun dilediği olur. Düşünceler O’nun hakikatine ulaşamaz. Zihinler O’nu idrak edemez. Mahlûkat, O’na benzemez. Diridir, ölmez. Kayyûmdur, uyumaz. İşitir ve görür. Ezelî kelâmı ile kelâm eder. Zatı ile kaimdir. O’nun kelâmı harf ve sesten münezzehtir.

    Yönler O’nu kuşatamaz. Doğurmamıştır, doğrulmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir. Sıfatları ezelîdir. En güzel isimler O’na aittir.“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. Her şey O’nu hamd ile tesbih eder. ” (İsrâ 17/44).

    Art arda nimetlerine karşı O’na hamdediyoruz. O muhtaç olmadığı halde yaratandır. Külfetsiz olarak rızıklandırandır. Korkusuz olarak ruhları kabzedendir. Meşakkatsiz olarak diriltendir. Mahlûkatını yaratmadan önceki sıfatları ile kadîmdir.

    Mahlûkatını yarattıktan sonra sıfatlarında bir ziyade olmamıştır. O, her şeyin Rabb’idir. Herhangi bir şey O’nun Rabb’i değildir. Yaratandır, yaratılan değildir. Diriltmeden ve öldürmeden önce de diriltendi ve ruhları kabzedendi. Çünkü O her şeye kadirdir. Her şey O’na muhtaçtır. Her iş O’na kolaydır. Bir şeye ihtiyaç duymaz. Hiçbir şey O’na gizli değildir.

    Mahlûkatı yaratmış, ecellerini ve rızıklarını takdir etmiştir. Kâinatı/mahlûkatı yaratmadan önce, onların ne amel yapacaklarını biliyordu. Kendisine itaati emir buyurmuş, isyan etmekten (günah işlemekten) sakındırmıştır.

    Her şey O’nun kudreti ve dilemesi ile meydana gelir. Fazl u keremi gereği istediğini koruyup muhafaza eder. Adaleti ile istediğini saptırır ve hüsrana uğratır. O’nun takdir ettiğini geri çevirecek ve hükmünü bozacak kimse yoktur. Hayır ve şer kullara takdir edilmiştir. Fiiller Allah Teâlâ’nın yaratmasıyla ve kulların ise kesbîdir.

    Allah Teâlâ, kulları sadece yapabilecekleri şeyler ile sorumlu kılmıştır. Nitekim onlar da sadece sorumlu kılındıkları şeylere güç yetirebilirler. Bu, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm” sözünün tefsiridir.

    Zira bu sözümüzle deriz ki: Allah Teâlâ’nın yardımı olmaksızın hiç kimse günah işlemekten kurtulamaz, günahtan korunamaz ve bunun için harekete geçemez. Yine O’nun muvaffakiyeti olmadan kimse O’na itaat edemez, itaatte de sebat edemez.

    Her şey O’nun iradesi, ilmi, kudreti ve takdiri ile olur. Allah Teâlâ’nın iradesi, bütün iradelerin üstündedir. O’nun takdiri, bütün planların üstündedir. Dilediğini yapar ancak asla zulmetmez. Her türlü kötülükten ve yok oluştan berîdir, her türlü ayıptan ve kusurdan münezzehtir. “O, yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanırlar” (Enbiyâ 21/23).

    O, her şeyin mâlikidir. Hiçbir şey O’nu âciz bırakamaz. Her şey her an O’na muhtaçtır. Bir göz açıp kapatma kadar dahi olsa O’ndan müstağni olunmaz. Göz açıp kapatma vakti kadar dahi olsa O’ndan müstağni olduğunu iddia eden kimse kâfir olur.

    Kendisiyle eylemin vâki olduğu istitâat (güç yetirme), mahlûkun vasıflanmasının câiz olmadığı tevfik iledir. İşte bu istitâat, eylem esnasında mevcut olur. Ancak (eylemin meydana gelmesi için gerekli olan) sıhhat, takat imkân bulma ve aletlerin selâmeti cihetinden olan istitâate gelince bu, eylemden evvel mevcut olur. Bunların hepsine iman ederiz.

    Allah’a iman, mümin olmak isteyen kişinin uyması gereken ilk şarttır. Allah’a nasıl iman edileceğini kişi kendi aklıyla değil dini bilgiler kaynaklarına bakarak öğrenebilir. Çünkü Allah’a en iyi şekilde nasıl iman edilmesi gerektiğini en iyi bilen Allah ve vahiy ile bildirdiği peygamberidir.

    Allah’a İman Etmede Aklın Yeri

    Allah Teala aklı yaratmak istediği zaman onu tek bir biçimde değilde çeşit çeşit yarattı. İşte bu çeşitlilik her canlının aklını kullanma hususunda ki sınırlamaları belirledi. İnsan bu sınırlamaların haddini bilip üstüne düşenleri en iyi şekilde yapmalı ve üzerine düşmeyen şeylere karışmamalıdır.

    Eğer insan bu sınırların farkına varıp ona göre hareket ederse iyilik bulur ve sürekli başarıyı elde eder. Fakat insan haddini bilmez ve aklın sınırını aşmak isterse şaşkınlık ile hayretten başka hiç bir şey elde edemez. Zamanını boşa geçirmiş olur.

    Çünkü Allah akla vazifesi olan şeyler ile yükümlü tutmakla beraber vazifesi olmayan işlere de burnunu sokmamasını emretmiştir. İşte akıl kendi görevini bilmeli ve görevi dahilinde sadece yapması gerekenlere odaklanmalıdır.

    Allah’a iman konusunda aklın yapması gereken Allah’ın şekli, cismi, yaşamı ve nasıl bir şeyi olduğunu bilmek değil bunları anlamakta aciz olduğunu anlayıp boyun bükmektir.

    Akıl eğer boyun büker ve acizliğinin farkına varırsa o zaman Allah’a kul yani “Abdullah” olur. Allah’ın kullarından istediği de kendisine verilen emir ve yasakları eksiksiz bir şekilde yerine getirmektir.

    Bu emir ve yasaklardan ötesini kurcalamak aklı aşmakta olup delalet sebebidir. Zaten akıl şöyle bir kendine baksa daha kendinin nasıl bir şey olduğunu kavrayamadığını anlar. Hal böyle iken kendini yaratanı kavraması da hiç olası değildir.

    Şimdi bu durum da ortaya bir soru çıkıyor. Akla verilen bu emir ve yasakları Allah Teala kullarına nasıl bildiriyor? Tabi ki peygamberleri ile ulaştırdığı vahiylerle! Peki kendisine peygamber gelmeyen akıl ne yapmalı!

    Kendisine Peygamber Gelmeyenin Allah’a İman Etmedeki Sorumlulukları

    Kendisine peygamberin, dinin emir ve yasaklarının ulaşmadığı akıllı kimsenin kainata bakıp içindeki düzenden ibret alması beklenir. Çünkü her şeyin mükemmel bir şekilde olup belli bir düzen için de varlığını sürdürmesi kendi kendine olacak bir şey değildir.

    Akıllı kimse bunu kavrayabilir ve kavramalıdır da! Çünkü aklı yaratan Allah Teala onu bir yaratıcının olduğunu ve ona iman etmesi gerektiğini anlayabilecek kabiliyet vermiştir.

    Bunun dışında ki emirler, yasaklar, helaller ve haramlar için akıl sorumlu değildir. Allah böyle kimseleri bu sorumluluklardan yükümlü tutmaz. Fakat eğer bu kimseler yaratılmış her hangi bir şeyi ilah edinir ve Allah’a şirk koşarsa mesul olur ve bunun hesabı ondan sorulur.

    Allah’a İman Nasıl Başlar?

    Çocukluktan beri kişi en başta ailesinin Allah’a iman ettiği şekille iman eder. Buna taklidi iman denir. Zaman geçtikçe kişi büyür ve buluğ çağına erişir. Bundan sonra artık ibadet sorumlulukları başlar.

    Kişi bu ibadetleri en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır. Çalıştıkça da kainata bakıp evrendeki düzeni tefekkür eder. Bu tefekkür sonucunda bunları yaratan rabbine hayran kalır onu zikretmeye başlar.

    İşte kişi ibadet, tefekkür ve zikir ile olgunlaşmaya başlar. Olgunlaştıkça da rabbini tanımaya başlar ve ona yakini artar. Böylece Allah’a iman taklitten çıkıp tahkike dönüşür.

    Bu tahkiki iman derecesine ulaşan kişi her geçen gün biraz daha iman konusunda ki derecesini geliştirir. Derecesi arttıkça Allah’ı tanımaya başlar, Allah’ı tanıdıkça daha çok imanı artar. Bu döngü bu şekilde seyreder. Çünkü bunun bir sonu yoktur.

    Kişinin rabbini tanımasının en yüce sırrı, rabbinin bizzat kendisidir. Bununla beraber Allah’ın kişinin kalbine akıttığı feyiz, muhabbet ve berekettir. Bunları da en iyi şekilde yaşayan ve bizlere anlatan da peygamber efendimiz’dir. ﷺ

    Hal böyle olunca şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya: Kişi Hz. Muhammed’in ﷺ yolundan gitmedikçe, onun dediklerini ve yaptıklarını yerine getirmedikçe gerçek manada Allah’a iman etmiş olamaz.

    Çünkü Allah’a nasıl iman edileceğini en iyi peygamber efendimiz ﷺ bilir. Ondan ne daha iyi bilen vardır ne de daha iyi yaşayan. Bu sebeple kişi onun yolundan gitmeli ve ilahi muhabbete kavuşmayı hedeflemelidir.

    Kişinin Allah’a olan yakinini artıran feyiz, muhabbet ve bereketin sırrı Allah’ı tanımada ne kadar aciz olduğunun farkına varmasıdır.

    Aslında bu üç şey uzunca bir ilmin meyvesidir. Bu duruma Allah dostları iftikar durumu olarak açıklamıştır. Yani her anında Allah’a ne kadar aciz olduğu hatırlama hali. İşte bu hale ulaşmak o kadar kolay değildir. Çok büyük bir ilim ve marifet gerektirir.


    Allah’a İman Hakkında Bilgiler (Saadetül Mübtedin)

    Bundan sonra derim ki: Allah Teâlâ hakkında vâcip olan sıfatlar yirmidir. Bunların zıddı olan sıfatlar O’nun hakkında imkânsızdır. Bu sıfatlar şunlardır:

    1. Allah Teâlâ vardır, O’nun için yokluk söz konusu değildir. Şayet O’nun için yokluk söz konusu olsaydı, bu mahlûkat var olmazdı.

    2. Allah Teâlâ kadîmdir, varlığının başlangıcı yoktur, sonradan var olmamıştır. Şayet sonradan var olsaydı, mahlûk olurdu ki bu da bâtıldır.

    3. Allah Teâlâ bâkidir, varlığının sonu yoktur, fâni değildir. Şayet fâni olsaydı, sonradan var olmuş olurdu ki bu da bâtıldır.

    4. Mahlûkatın hiçbirine benzemez. Mahlûkattan hiçbir şey de O’na benzemez. Şayet mahlûkata benzeseydi, sonradan var olmuş olurdu ki bu da bâtıldır.

    5. Kendi zatıyla kâimdir. Varlığını yokluğuna tercih edecek bir yaratıcıya ve (kâim olma hususunda) başka bir zata muhtaç değildir. Şayet varlığını yokluğuna tercih edecek bir yaratıcıya muhtaç olsaydı, sonradan var olmuş olurdu. Şayet (kâim olma hususunda) başka bir zata muhtaç olsaydı, sıfat olurdu ki bu da bâtıldır.

    6. Zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tektir. Şayet zatında, sıfatlarında ve fiillerinde çokluk olsaydı, bu mahlûkattan hiçbir şey yaratılmazdı.

    7. Kudret sahibidir. Bu kudret ile var eder ve yok eder. Şayet Allah Teâlâ aciz olsaydı, bu mahlûkattan hiçbir şey var olmazdı.

    8. İrade sahibidir. Bu irade ile mümkün olanı; varlık veya yokluk, zenginlik veya fakirlik ile tahsis eder. Hiçbir şeyde zorlanamaz. Şayet zorlansaydı, aciz olurdu ki bu da imkânsızdır.

    9. Âlimdir. Allah Teâlâ, küllî ve cüz’î her şeyi bilir. Şayet âlim olmasaydı, cahil olurdu ki bu da imkânsızdır.

    10. Hayat sahibidir. Şayet hayat sahibi olmasaydı, ölü olur ve bu âlemden hiçbir şey yaratılmazdı ki bu da bâtıldır.

    11-12. Semi‘ (işitme) ve basar (görme) sıfatlarına sahiptir. O, her mevcut olanı görür ve işitir. Kulaklara muhtaç olmadan işitir. Göz bebeklerine ve kirpiklere muhtaç olmadan görür. Ne yerde ne de gökte hiçbir şey O’nun işitme ve görmesinden gizli kalmaz. Şayet bu iki sıfatla vasıflanmasaydı, noksanlık sıfatları olan sağırlık ve körlükle vasıflanması gerekirdi ki noksanlık da O’nun hakkında imkânsızdır.

    13. Kelâm sıfatına sahiptir. Allah Teâlâ, harf ve sese muhtaç olmadan daima ve ebediyen kelâm eder. Şayet kelâm sıfatıyla vasıflanmasaydı, noksanlık sıfatı olan konuşamama sıfatıyla vasıflanması gerekirdi ki noksanlık da O’nun hakkında imkânsızdır.

    14. Her şeye gücü yetendir.

    15. Dilediğini yapandır.

    16. Her şeyi bilendir.

    17. Diridir.

    18. Her şeyi işitendir.

    19. Her şeyi görendir.

    20. Mütekellimdir.

    Allah Teâlâ’nın, kâdir olmasının manası, kudretin Allah Teâlâ’nın zatıyla kaim olması demektir. Allah Teâlâ’nın kâdir olduğu sabit olduğunda, aciz olması imkânsız olur. Diğer sıfatlarda da durum böyledir.

    Allah Teâlâ hakkında; var etmek, yok etmek, peygamberler göndermek ve kitaplar indirmek gibi mümkün olan her şeyi yapmak veya yapmamak câizdir. Allah Teâlâ üzerine herhangi bir kimseye bir şey vermesi vâcip değildir. Şayet vâcip olsaydı, mecbur bırakılmış olurdu ki bu da bâtıldır.

    Allah’a İman Nedir?