Merhabalar pek muhterem okuyucularım. Bu ay size Enderunlu Vasıf dedenizden bahsedeceğim. Dedeniz 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında yaşamış. Zor devirler o devirler… Devlet-i aliyyenin can çekiştiği demler… O demlerden itibaren klasik şiirimizi “ağdalı, süslü, saray dili” diye adlandırmalar; şiiri tekke şiiri, divan şiiri, halk şiiri vs. diye ayırmalar başlamış. Bir beğenememişiz kökümüzü… Batıya açılan kapılardan gireceğiz derken özümüzden -ne hikmetse- utanmışız.
Halbuki divan şairi diye addedilen Şeyh Galip dedenizin sözde “halk edebiyatı” türünde değerlendirilecek şiirleri de vardır, Nedim dedenizin de keza öyle… Hatta aşıkların (halk ozanları) sarayda istihdam edildikleri dönemler mevcuttur. Peki nerede kaldı bizim saray şiiri (divan şiiri) halk şiiri ayrımımız? Aynı sınıflandırma garabetini maalesef eserleri dini-tasavvufi, didaktik vs. diye ayıran çokça araştırmacının çalışmalarında da görürüz. Mesela tamamen tasavvufi mahiyete sahip ve temsili anlatımlar içeren “Leyla ve Mecnun” (Fuzuli) mesnevisi çoğu kaynakta “romantik aşk mesnevisi” olarak sınıflandırılmıştır, keza “Yusuf u Züleyha” mesnevileri de öyle… Mesela yine bu “sınıflandırmacı” araştırmacılarımız tarafından Nedim dedeniz sadece eğlence düşkünü bir figür olarak anılmıştır. Yazımızın konusu olan Enderunlu Vasıf dedeniz de öyle… Kaynaklarda “eğlence düşkünü” vb. sıfatlarla tanınır. Ben size dedenizin yazmış olduğu bir şiiri yazıvereyim de dedeniz nasıl biriymiş, kararı siz verin. Buyrun aşk ile:
Ben göz açmam habdan bidardır gönlümdeki Gerçi ben mestem veli huşyardır gönlümdeki (Ben gafletten gözümü açamıyorum ama gönlümdeki uyanıktır. Gerçi ben sarhoşum -ilahi aşkla- ama gönlümdeki ayıktır.) Nar-ı duzahdan bu ateşle ne bakim var benim Aşk derler bir söyünmez nardır gönlümdeki (Ben cehennem ateşinden neden korkayım, zaten benim gönlümde aşk denen sönmez bir ateş var.) Himmet-i piran ile sürdüm çıkardım gayrı hep Yalınız nakş-ı hayal-i yardır gönlümdeki (Evliyaların himmetiyle gönlümden masivayı sürdüm çıkardım, gönlümde sadece yarin hayalinin nakışı kaldı.) Cümleten alemde kat’-ı arzu etdim fakat Arzu-yı rü’yet-i didardır gönlümdeki (Dünyaya meyli kestim, gönlümde sadece yarin cemalini görme arzusu kaldı.) Etdim ikrar alem-i ervahda ruz-ı ezel Şimdi el-an dahi ol ikrardır gönlümdeki (Şu an gönlümdeki ikrar, ezel günü ruhlar aleminde verdiğim ikrardır.) Sübha ber-dest-i nedamet her nefes sad germ ile Hakka isyanımdan istigfardır gönlümdeki (Pişmanlık elinin tespihiyle her nefes alış verişimde yüz utançla çektiğim Hakk’a isyanım için istiğfardır.) Künc-i halvet-hane-i merdan-veş gam u seher Hay u huy-ı na’ra-i ezkardır gönlümdeki (Dervişlerin halvet köşesi gibi gönlümde de sabah akşam zikr “hay u huy”ları vardır.) Dag-ı sinemden ne mümkin Vasıf olsun aşikar Nokta-i mevhume-i esrardır gönlümdeki (Ey Vasıf, gönlümdeki, sinemdeki yanıklardan dolayı görünmesi mümkün olmayan sırların hayali bir noktasıdır-süveyda noktası.)