Abdullah b. Ömer radıyallahu anhu anlatıyor: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte idim. Ensar’dan bir adam gelerek Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme selam verdi. Daha sonra;
– Ey Allah’ın Resûlü, müminlerin hangisi daha faziletlidir? diye sordu. Allah Resûlü;
– Ahlâk bakımından en güzel olanları, buyurdu. Adam sonra;
– Peki, müminlerin hangisi daha akıllıdır? diye sorunca da şöyle cevap verdi:
– Ölümü en çok hatırlayanlar ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananlar. İşte onlar en akıllı olanlardır.”
Eskiden mezarlıklar şehirlerin içerisinde bulunurdu. Her sabah işe ya da okula giderken mezarları görür, ömür bittiğinde gideceğimiz yeri görerek başlardık güne.
Denizli’de babamların oturduğu mahallede de Türk-İslâm tarihinin en büyük ve en eski mezarlıklarından biri olan İlbade Mezarlığı bulunuyordu. Biri vefat ettiğinde salâsı oradaki Mezarlıkbaşı Camii’nde okunur, cenazesi evinde yıkandıktan sonra musallâ taşına konulur, namazı kılınır, cemaatten helallik istenir ve bu mezarlığa defnedilirdi.
Mahallemizin büyükleri bu dünyadan bir bir göçüp giderken bu süreç istisnasız tekrarlanır ve ben her seferinde vefattan mezara kadar süren bu yolculuğa şahitlik ederdim. Böylece ölüm hayatın bir parçası haline gelirdi. Şimdilerde bir yakınımı kaybettiğimde metanetli oluşum bundandır belki de.
Hayatın mutlak gerçeği
İmtihan için gönderildiğimiz dünya hayatı, ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi oyun ve oyalanmadan başka bir şey değil. İnsanoğlu doğuyor, büyüyor, kendisine bahşedilen ömür kadar yaşıyor ve bir daha dönmemek üzere dünyadan ayrılıyor. Zaman da çabucak geçiyor üstelik. Hiç bitmeyecek zannederken birdenbire tükeniveriyor. Yunus Emre kuddise sırruhûnun ifadesiyle “koca” bir ömür “göz açıp yummuş gibi” ya da “bir yel esip geçmiş gibi” sona eriyor.
Fakat biliyoruz, hikâye bitmiyor. Âdemoğlu gözünü yumduğu an ölümsüz gerçekle yüzleşiyor. Ölüm bir yok oluş değil, kıyamet kopana dek devam edecek yeni ve başka bir seyahatin başlangıcı. Eğer insan dünya imtihanını kazandıysa kabir âlemi cennete, kaybettiyse cehenneme dönüşüyor.
Diğer taraftan Rabbi’nin rızasını kazanan kullar için ölüm, dünya cefasının bitmesi demek. Var oluş gayesini göz ardı edip nefsinin isteklerini ilâh edinenler içinse dünyadan kat kat sıkıntılı bir zaman dilimi başlıyor. Malıyla, güzelliğiyle, kariyeriyle, makam mevkisiyle tatmin bulanlar, nefret ettikleri ölümle hüsrana uğruyor. “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” hikmeti bu gerçeği dile getirir.
Anne karnından çıkıp, toprağa düştüğümüz güne kadar bize bahşedilen nimetler, âhirette bahşedileceklerle asla kıyaslanamaz. Âhiret yolculuğu inkârcılar içinse bir daha ele geçiremeyeceği dünya nimetlerine hasret kalacağı meşakkatli bir sürecin başlangıcı oluyor.
“Nasihat olarak ölüm yeter”
Son iki senede defalarca kez ölüme şahit oldum. En son geçtiğimiz Ekim ayında kayınpederimi yolcu ettim. Denizli’de İlbade Mezarlığı’nda bir anlamda çocukluğuma döndüm diyebilirim. Hayatın koşturmacası ve oyalanmalarının hiç ölmeyeceğim hissini zihnime ve gönlüme nasıl yerleştirdiğini bir kez daha fark ettim. Minarelerden yükselen salâ ise yüzüme o büyük hakikati yeniden çarpıverdi: “Her nefs ölümü tadacak.” Allah Teâlâ biz gafil kullarına her vesileyle kendini hatırlatıyor.
Bazen sanki bir avuç toprağa dönüşmeyecekmişiz, bütün yaptıklarımızın hesabını vermeyecekmişiz gibi yaşıyor, lütfedilenleri kendimizden bilip muhtaçlığımızı unutuyoruz. Oysa kendi donanımımız dahil, her şeyin ve her nimetin mâliki Allah. Dünya hevesi, gaflet ikramları kazanç gibi gösteriyor, sahip olduklarımızı kendimize ait zannettiriyor. Ve sanki onca gaflet ve günaha rağmen ilâhî iradenin ikramlarını biz kazanmışız gibi davranıyoruz. İşte tam bu noktada nasihat olarak ölüm karşımıza çıkıyor.
Mâsivâdan sıyrılış mükellefiyetten kurtuluş
Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş büyüklerden birinin kulaklara küpe olacak hikmetli bir sözüyle bitirelim:
“Devasız dert deyince bazılarının aklına ölüm gelebilir. Sevgili kardeşlerim, ölüm dert değil vuslattır. Mâsivâdan sıyrılmaktır. Mükellefiyetten kurtulmaktır. Allah’tan gayrı her şeyden ayrı olmaktır…”
Böyle bir ölüm, ömrünü Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için harcayan, eksikleri olsa da tevbe ve istiğfarla bir daha yapmamaya gayret ederek el-Gafur’a sığınan müminler için. Hepimizin kusurları var. Esas olan ise yüzümüzü bizi asla yalnız bırakmayacak, her sendelediğimizde tutup kaldıracak, O’na doğru yürüdüğümüzde bize doğru koşacak, dara düştüğümüzde inşirah verecek, kabahatlerimiz dağları aşsa da nimetlerini esirgemeyecek, kendisine yöneldiğimizde sırt çevirmeyecek Baki olan, mutlak güç ve kudret sahibi Allah’a çevirmek. Ne mutlu yönü O’ndan tarafa olanlara…