İçeriğe geç

Bir Devrin Başı: Davud-î Kayserî

    Yetiştiği Dönem

    Anadolu Selçukluları yıkılmış, Osmanoğulları artık bir “Beylik” olmuştu. Zor ve çalkantılı bir dönemde Anadolu’nun batı kısmında yerleşke edinen Osman Gazi, Bursa önlerinde Gazay-ı İlahî uğruna vefat etmişti. Yerine geçen Orhan Gazi babasının izinden yürüyerek Bursa’yı feth eylemiş, beyliği “Devlet” ‘e çevirmişti. Fethettiği yerleri kılıç zoruyla değil de gönül birliğiyle inşa ve mamur eden Orhan Gazi’nin ilk işlerinden biri de tabi ki halka yön veren ulemanın yetiştiği yer olan “Medrese” inşa etmek olmuştu. Osmanlı Devleti’nin ilk medresesi için tabi ki bir de müderrise ihtiyaç duyuluyordu. Orhan Gazi 1336 yılında inşaatı biten İznik’teki medresenin Başmüderrisliğine Davud-î Kayserî’yi 30 akçe maaşla tayin etmişti. Böylelikle nice âlimlerin yetiştiği Osmanlı Devleti’nin ilk müderrisi Davudu Kayseri oldu.

    Doğumu

    Davud b. Mahmud b. Davud-î Kayserî günümüzde İran sınırlarında bulunan Save’den Moğol saldırıları sırasında kaçarak Kayseri’ye yerleşen bir aileye mensuptur. Bazı eserlerde Karaman’da doğduğu bildirilmekle birlikte çoğunda doğum yeri olarak Kayseri gösterilmiştir. Nitekim kendisi de nispetini “er-Rûmî el-Kayserî” şeklinde verir. 1260 yılları civarında dünyaya gelen Davudu Kayseri, ilk tahsiline Kayseri’de başlamıştır.

    İlim Tahsili 

    İlk olarak Kadı Siraceddin el-Umrevî’nin (r.a) talebelerinden olan Davud-î Kayserî, onun Konya’ya kadı tayin edilmesinden sonra genç yaşında ilim talebi için Mısır’a hicret etmiştir. Mısır’a ne zaman gittiği ne zaman döndüğü tamamen muammadır. Sonraları İran’ın Save şehrinde tanıştığı tahmin edilen ve tasavvuf yolunda üstadı olan Abdurrezzak el-Kaşanî ile karşılaşmış kendisinden çokça istifade ederek hem zahiri hem de bâtıni ilimlerde büyük üne ulaşmıştır. Şöhreti Bursa’ya kadar ulaşan Davud-î Kayserî’yi, Orhan Gazi Osmanlı Devletinin ilk medresesine Başmüderris olarak tayin etmiştir. Vefatına kadar on beş yıl boyunca talebe yetiştiren Davudu Kayseri hadis, tefsir ve fıkıh gibi dini ilimlerin yanında felsefe ve mantık gibi akli ilimlerin de dersini vermiştir. Osmanlı eğitim sistemine verdiği disiplinle çok sağlam bir temeli oluşturan Davud-î Kayserî “Şerefu’d-din ve’l-Mille”, tasavvufi bilgisi ve yaşayışından dolayı “Şeyh” gibi unvanlara layık görülmüştür.

    Görüşleri

    Zahiri ilimlerle tasavvufu kendinde birleştiren Davud-î Kayserî özellikle İbnû’l Fârız, İbnû’l Arabî ve Abdurrezzak el-Kaşanî gibi büyük Sûfilerin geliştirip sistemleştirdikleri “Vahdet-i Vücud[1]” görüşünü benimsemiştir. Vahdet-i Vücud görüşünü felsefî mahiyette yorumlayan ve savunan ilk müelliftir. Bu görüş, onun eserleri neticesinde Dünya’nın dört bir yanında yayılma imkânı bulmuştur.

    Davud-î Kayserî tabiat felsefesiyle ilgili görüşleri açısından önemli bir yere sahiptir. Tabiattaki her şeyin esasını ve bütün tabiat olaylarını enerji ve enerji değişimiyle açıklayan Davud-î Kayserî, batıda bu görüşün kurucusu olan Wilhelm Ostwald’dan (ö.1932) altı yüzyıl önce görüşün temelini şekillendirmiştir. Ona göre tabiatın da içinde yer aldığı bütün varlıkların toplamı olan âlem Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisidir. “Küllî unsur” adını verdiği tabiattaki her şey atom (cüz) ve moleküllerden (mürekkep) meydana gelmiştir. Tabiat kendi özünde enerjiden ibarettir. Dâvûd-i Kayserî bu fikrini, “Sonra O, özü duhân olan gökyüzüne yöneldi” (Fussılet 41/11) ayetinde geçen “duhân” kelimesine dayandırır. Ona göre duhân enerjinin şekil almamış durumudur. İlk enerji olan duhân zaman içinde çeşitli formlar almış ve varlıkların şeklini belirleyen dört unsura (su, hava, ateş ve toprak) dönüşmüştür.

    Eserleri

     1. Matla’u Hususi’l-kilem fi Meani Fususi’l-Hikem

    Davud-î Kayserî’nin en meşhur eseridir. Mukaddimesinde felsefi tasavvufun bütün meselelerini on iki bölüm halinde incelemiştir. Müellifin “Mukaddimat” adını verdiği bu kısım, genellikle ayrı bir eser olarak değerlendirilmiştir.

    2. Nihayetu’l-Beyan fi Dirayeti’z-Zaman

    Davud-î Kayserî bu eserinde Aristo ve Ebu’l-Berekât el-Bağdadi’nin zaman anlayışlarını tenkit ederek yeni bir zaman felsefesi geliştirmeyi amaçlamıştır.

    3. Tahkîku Ma-il-Hayat ve Keşfu Esrari’z-Zulumat

    Dâvûd-i Kayserî, Hızır (a.s)’ın yaşayıp yaşamadığını, veli mi peygamber mi olduğunu tartıştığı eserde Hızır (a.s)’ın şeriat getirmemiş bir nebi olduğunu ve artık cismanî bedenle bu dünyada yaşamadığını ileri sürer.

    4. Şerhu’l-Kasideti’l-Mimiyye

    5. Esâsu’l-Vahdâniyye ve Menbau’l-Ferdâniyye

    Vefatı

    Şeyh Edebali, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Velî’nin çağdaşı olarak gösterilen Davud-î Kayserî kaynakların çoğunda 751’de (1350) İznik’te vefat ettiği bildirilmiştir. Mezarının İznik’te Çandarlı Halil Paşa Camii’nin karşısında bugün Çınar Dibi denilen yerde olduğu rivayet edilmektedir.[2]


    Kaynakça

    1. Vahdet-i Vücud; Allah’ın tek varlık olduğu, evrenin Allah’ın dışlaşmış biçimi ve yansıması, Allah’ın da evrenin özü olduğu düşüncesidir.(Diyanet İslam Ansiklopedisi 42/431)
    2. Diyanet İslam Ansiklopedisi 9/33-35; Müslüman Bilim Adamları, Türkiye Gazetesi Yayınları 173-177.

    Ömer Teker