İçeriğe geç

Çok Yenildik Yetmez Mi?

    Dünyalık elde etme arzusu değerlerin göz ardı edilmesine neden oluyor. Çoğu zaman da kuralların çıkarlara göre yontulmasına. Bir süre sonra yıllarca eleştirdiğimiz, değiştirmek için mücadele ettiğimiz durumların ortasında buluyoruz kendimizi. Hiç de yadırgamadan üstelik.

    İnsan sürekli imtihanda. Dünyayla, malla, mülkle, evlatla, aileyle… En çok da nefsiyle. Bazen kazanıyor bu imtihanı, bazen de kaybediyor. Hayat zor ve çetin çünkü.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Tebük seferi dönüşünde ashabına, “Küçük cihaddan büyük cihada hoş geldiniz” buyuruyor.

    – Ya Resûlullah, büyük cihad nedir? diye soruyorlar.

    “Büyük cihad, nefsin hevâ ve hevesine karşı yapılandır” buyuruyor.

    Hata yapma ihtimalinin hayli fazla olduğu, günaha açılan kapıların hiç olmadığı kadar arttığı bir dönemde yaşıyoruz. Yanlış yapmak insana mahsus tabii. Ancak bugün vahim olan, yanlışlığı açıkça bildirilen şeylerin normalleştirilmesi, normal kabul edilmesi.

    Hızla ilerleyen zamandan mı, yoksa ona ayak uydurmayı bahane olarak öne süren insandan mı bilinmez, yıllar önce bir başımıza kaldığımızda bile kaçındığımız şeylerin artık ulu orta yapılmasını garipsemiyoruz. Aslına bakılırsa suçu zamana yüklemeye gerek yok. Kurallar zamana ve şartlara göre değişmeyecek şekilde ortaya konulmuş. Bugüne de geleceğe de hitap ediyor. Ancak yanlışları göre göre galiba bir süre sonra kanıksamaya başlıyoruz. Bir zamanlar ateşten kaçar gibi uzak durduğumuz şeyleri gündelik hayatın parçası gibi fütursuzca yapabiliyoruz.

    Bir de insanoğlunun emirleri değil, çıkarları önceleme meselesi var tabii. Dünyalık elde etme arzusu değerlerin göz ardı edilmesine neden oluyor. Çoğu zaman da kuralların çıkarlara göre yontulmasına. Bir süre sonra yıllarca eleştirdiğimiz, değiştirmek için mücadele ettiğimiz durumların ortasında buluyoruz kendimizi. Hiç de yadırgamadan üstelik.

    Yazık oldu Sa’lebe’ye’

    Asr-ı Saadet’te yaşanmış bir olay üzerinden örneklendirelim. Kaynaklarda kim olduğu ihtilaflı olan, mümin ya da münafık olarak öldüğü hususunda net bilgi olmayan Sa’lebe adlı bir kişinin hikâyesi anlatılır. Şahsın kim olduğu ya da tarihî doğruluğu tartışmalı olsa da mesajı son derece etkileyici olan bu kıssaya göre Sa’lebe, nefsinin hevâ ve hevesine teslim olarak her ne şekilde olursa olsun zengin olmayı kafasına takmıştır. Öyle ki hayırlı olup olmaması da pek umurunda değildir. Bunun için üç kere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme giderek Allah’ın zenginlik bahşetmesi için kendisine dua etmesini ister. Hatta “Eğer Allah bana zenginlik verirse fakirin hakkını gözeteceğimden kuşkunuz olmasın” diye söz de verir.

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem Sa’lebe’ye, onun istediği zenginlikten çok daha kıymetli olan şu nasihati verir: “Ey Sa’lebe! Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır!” Ancak o ısrarcı olunca ellerini kaldırıp şöyle dua eder: “Ya Rabbi, Sa’lebe’ye istediği malı ver.”

    Bu konuşmadan sonra birkaç koyun alan Sa’lebe’nin kısa bir süre sonra sürüsü olur. Koyunlarının sayısı o kadar artar ki, daha önce mescidden çıkmadığı için “mescid kuşu” denilen Sa’lebe, artık Cuma namazlarına bile gelemez. Hz. Peygamber ashabına onu sorduğunda; “Çölde koyunlarının peşinden ayrılamıyor” cevabını alır ve “Yazık oldu Sa’lebe’ye” buyurur.

    Zekât ayetleri indiğinde Sa’lebe yine koyunlarının peşinde koşmaktadır. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem ona zekât memurlarını gönderir. Memurlar malının kırkta birini vermesinin emredildiğini aktarınca, “Çölde akşama kadar susuz koyunlarımın peşinde dolaşıyorum. Gelip benden haraç mı istiyorsunuz?” diye çıkışır, memurları elleri boş geri gönderir.

    Olan biten Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme anlatılınca daha önce söylediğini bu kez daha mahzun bir eda ile tekrar: “Yazık oldu Sa’lebe’ye!” Ardından da Allah Teâlâ Tevbe suresinin 75. ve 76. ayetlerini indirir ki mealen şöyledir:

    “Münafıklardan bazıları da, mal mülk verip zengin ettiği takdirde Allah’a daha çok itaat edip, fakirlere daha çok yardım edeceklerine söz verirler de Allah onlara istediklerini ihsan edince verdikleri sözleri unuturlar, cimrilik edip yoksulun hakkını vermezler!”

    Bu ayetlerin Sa’lebe’ye hitaben indirildiğini anlayan bir yakını ona bu durumdan kurtulması için hemen Medine’ye gidip zekâtını vermesi gerektiğini aktarır. Medine’ye gelen Sa’lebe, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme varıp zekâtını vermek istediğini söyler. Ancak O, “Artık zekâtını alamam Sa’lebe. Malınla birlikte geldiğin yere geri dön” buyurur.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin âhirete irtihalinin ardından Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer radıyallahu anhumâya da müracaat eden Sa’lebe, “Allah Resûlü’nün kabul etmediğini biz de kabul edemeyiz” cevabıyla karşılaşır. Hz. Osman radıyallahu anhu döneminde son nefesini veren Sa’lebe, “Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır!” hikmetinin ibretlik bir örneği olarak dünyadan ayrılır.

    Her birimiz Sa’lebe olmadan

    Yazımızın başlığı, geçtiğimiz Haziran ayında Cenâb-ı Hakk’a uğurladığımız Mevlana İdris ağabeyin “Ellerimizin Büyük Boşluğu” şiirinden. Bu şiirde şöyle diyor:

    “Çok yenildik yetmez mi?
Bir bankanın önünde, bir koltuğun altında, bir ziyafetin ortasında, bir günahın tenhasında
Büyütüp durduk siyahı…”

    Her birimiz yeni Sa’lebeler olma ihtimali ile yüz yüzeyiz. Kimimiz bir banka şubesinde, kimimiz bir koltukta, kimimiz ziyafet masasında, kimimiz de günahların tenhasında yenilip duruyoruz. Ve bu yenilgilerin sonu yok maalesef.

    Ne yapmalıyız peki? Durup düşünmeden, büyük cihadın neferi olmaya çalışmadan bu girdabın içerisinde sürüklenip gitmeli miyiz? Sözü yine merhum Mevlana İdris Zengin’e bırakarak bitirelim:

    “Başımız yerde Açtık elimizi sevgilinle birlikte Bize bak çekip çıkalım uçurumlardan Bize bak çıkalım dünyanın bütün kulluklarından Al bizi bir daha ayırma evinde uyuyalımY abancıysak dost ol bize senden ayrılmayalım Elimiz açık, başımız ve ruhumuz secdede durmuş bekliyoruz Sevdiklerin aşkına sevenlerin aşkına İnşirah inşirah inşirah Ayetin değil miyiz senin ya Allah…”