Ders, lügatte “okumak, anlamak, bir metni öğrenmek için tekrar etmek” şeklinde açıklanır. Bugün ders deyince aklımıza daha çok okul gelir. Okulda belli bir müfredata göre işlenen dersler ve bu derslerin hocaları vardır. Şöyle ilim tarihinde kısa bir yolculuğa çıkacak olursak ders halkası diye bir tabire çok rastlarız. Oysa bugünkü okullarımızda ders halkası yoktur. Halka kuracak bir ortam da yoktur.
İçindekiler:
Peki, nedir bu ders halkası?
Talebelerin hocanın etrafında halka şeklinde oturmalarından bu isim verilmiştir. Biz İslâm tarihinde ilk hoca olarak Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi biliriz. İlk ders halkasını da Alemlere Rahmet Efendimiz kurmuştur. Hem de gizli gizli bir araya gelerek…
Bir zamanlar Mekke-i Mükerreme’de müşriklerin baskısı altında sadece Dârü’l-Erkâm’da bir araya gelebilmişlerdir. Dârü’l-Erkâm, Erkam’ın Evi demektir. Erkam bin Ebü’l-Erkam hazretlerinin evidir. Mekke’nin en hareketli mahallesindeki bu ev, ilk müslümanların dikkat çekmeden istifade edeceği hem mescid hem de medrese olmuştur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem inen âyet-i kerimeleri ve Allah Teâlâ’nın emirlerini müslümanlara bu evdeki ders halkasında öğretmiştir. Daha sonra Medine’ye İslâm’ı öğretmek için giden genç sahabi Mus’ab bin Umeyr radıyallahu anh, bu ders halkasında yetişmiştir. O da Medine’ye gidip orada evlerde, bazı gölgelerde ve en sonunda bir hurma kurutma alanından mescit yapılan yerde ders halkası kurmuş, İslâm’ı anlatmıştır. Bu halkada yüzlerce insan müslüman olmuş ve hicret gerçekleşmiştir.
Her yönüyle okul
Peygamber Efendimiz’in hicretten sonra ilk icraatı Mescid-i Nebevî’yi inşa ettirmek olmuştur. Bu mescid bütün müslümanların ortak mekânına dönüşmüştür. Beş vakit namazın mescitte cemaatle kılınmasının yanında istişareler orada yapılmış, devletle ilgili kararlar orada alınmıştır. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem çoğunlukla mescitte müminlere seslenmiş, sahabiler sorularını orada sormuşlardır. İslâm’ın emir ve yasakları da bizzat Allah Resulü tarafından sahabilere mescitte öğretilmiştir.
Mescid-i Nebevî her bakımdan bir medrese, bir okuldur. Bütün vaktini ilim öğrenmeye adamış kimsesiz sahabiler mescidin yan duvarına bitişik, hurma dallarından oluşan ve Suffe denilen gölgelikte yatıp kalkmışlar, orayı ev edinmişlerdir. Dolayısıyla Mescid-i Nebevî İslâm tarihinin ilk medresesi, Suffe Ashabı da ilk talebeleri olmuştur. Suffe’de malını mülkünü bırakıp gelen Mekkeli muhacirler ve İslâm’ı kabul ederek farklı yerlerden Medine’ye hicret edenlerden yoksul, bekâr ve yakını bulunmayan sahabiler kalmıştır. Ayrıca ensardan ve Abdullah b. Ömer radıyallahu anh gibi evleri olan muhacirlerden bazıları Suffe Ehli’ne imrenerek onlarla birlikte kalmış ve onlardan sayılmıştır.
Öğrenilen, öğretilen…
O zamanda Peygamberimiz’in ders halkasında olabilmek ne büyük bir saadettir. Ancak o dönemde büyük zorluklar yaşanmıştır. Suffe ehli, evsiz ve geliri olmayan kimselerden oluştuğundan karınlarını doyurmak için Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem akşamları birer ikişer sahabilere taksim etmiş ve kalanları da kendi evine götürmüştür. Bu usül müslümanların maddî durumları düzelinceye kadar devam etmiştir. Özellikle Hicret’in ilk yıllarında Medine’nin bir çeşit ekonomik abluka altında olduğu göz önünde bulundurulursa, yaşanan sıkıntılar bir nebze anlaşılabilir.
Suffe, vakitlerini Allah Rasulü’nü dinleyip O’ndan İslâm’ı öğrenerek geçiren sahabilerle kısa zamanda bir eğitim kurumu hâline gelmiştir. Zaman zaman ayetlerin nüzûlüne şahit olan Suffe ehli, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme sorular sorarak birçok meselenin aydınlanmasına, anlaşılmasına vesile olmuştur.
Suffe ehli, zamanlarının büyük bir kısmını, özellikle de toplu halde bulundukları akşam vakitlerini Kur’an öğrenerek ve öğreterek, ayrıca Hz. Peygamber’den duydukları hadisleri müzakere ederek değerlendirmişlerdir. Buradaki müzakerelere ve eğitim-öğretim işine bizzat Hz. Peygamber de zaman zaman katılmış, sorulan sorulara cevap vermiş, ihtiyaç duyulan konularda açıklamalarda bulunmuştur. Ayrıca onlara yazı yazmayı ve Kur’an okumayı öğretmek üzere Ubâde b. Sâmit radıyallahu anh gibi hocalar tayin etmiştir. Bizzat Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin rahle-i tedrisinden geçen bu sahabilerin zühd ve takvaları, edepleri her daim müslümanlara rehber olmuştur.
Hadis rivayetleri
En çok hadis rivayet eden sahabilerden olan Hz. Ebu Hüreyre’ye bunu nasıl gerçekleştirdiğini sorduklarında şöyle demiştir. “Muhacirler çarşıda ticaretle, ensar da malları ve mülkleriyle meşgulken Suffe ehlinden biri olarak Allah Resulü’nün yanından ayrılmadım, diğer sahabilerin bulunmadığı meclislere katılıp onların duymadığı hadisleri duyup ezberledim.”
Suffe’deki sahabiler, dinledikleri hadisleri diğer sahabilere de naklederek ilmin yayılmasına önemli katkıda bulunmuşlardır. Bu ders halkasında yetişenler İslâm’ın tebliğinde bizzat Peygamberimiz tarafından görevlendirilmişlerdir. Nitekim Maûne Kuyusu başında şehit edilen yetmiş kadar sahabi Suffe’deki ders halkasında yetişmişlerdir. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin hayatının en büyük üzüntüsünü bu hadise yüzünden yaşadığı rivayet edilmiştir.
Ashab-ı Suffe, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin vefatından sonra hem Medine’de hem de diğer İslâm diyarlarında ilimle meşgul olmaya devam etmiştir. Tâbiîn neslinin büyük âlimleri, onların rahle-i tedrisinde yetişmiştir. Kaynaklarımızdan Hz. Ömer’in Abdullah ibn Mesud’u Kûfe’ye gönderdiğini okuruz. Hz. Ali radıyallahu anh, devletin baş şehrini fitneler sebebiyle Medine-i Münevvere’den Kûfe’ya taşıdığı zaman, Kûfe Mescidi’ndeki ders halkasında fetva verebilen dört yüz yetişmiş âlim ve dört bin talebe görmüştür. Bunun üzerine Hz. Ömer’in ardından dua etmiş ve “Sen ne iyi yaptın!” demiştir.
Medine’de de Abdullah ibn Ömer radıyallahu anh ve diğer sahabilerin dizi dibinde talebeler yetişmiştir. Nitekim günümüze kadar ulaşmış fıkıh usulleri bu iki ilim pınarından beslenerek gelmiştir. Tâbiîn neslinin alimleri de tefsir, hadis ve fıkıh alanlarında Suffe’de yetişen sahabilerden ders almışlar; Kur’an ve Sünnet’e bağlılığı, dinimizin hayata tatbikini onlardan öğrenmişlerdir.