İçeriğe geç

Kopya Çekenin Apandisiti Patlar Mı?

    Yaklaşık on sene kadar önceydi. Okuduğum kursa yeni bir müdür atanmıştı. Sınavdan düşük not alan herkesi o seneyi tekrar etmekle tehdit ederek ders çalıştırmayı başarıyordu. Bir gün bizden büyük hocalarımız da hiç beklemedikleri zamanda sınava gireceklerini öğrendiler.

    Tabi biraz tutuştular, çünkü sınavdan düşük alan olursa sene tekrarı ihtimali vardı. Çalışmaya başladılar ama sınavdan güzel bir not alacak kadar çalışmaya ne vakitleri ne de takatleri vardı. Onlar da bir ümit sorulara ulaşmak için plan yapmışlar. Buraya kadar benlik bir durum yok, evet ama planın ana üyesi benim. Yani benmişim.

    Aynı gün yanıma gelip hasta numarası yaparak müdürü kurstan çıkarmamı istediler. Plana göre müdür kurstan çıkınca soruları bulacaklar ve sınavdan tam not alacaklardı. Çok usta bir tiyatrocu olduğum için durumu bana anlatıp yardım etmemi istediler. Aramızda ufak bir pazarlık yaptık. Biraz da gaza gelip kabul ettim. Usta bir oyuncu edasıyla görevime başlamıştım.

    “Gel” sözüyle içeri girdim. Bir yandan içimi gıdıklayan bir şeyler vardı ama beklentileri hakkıyla karşılamak için modu yakaladım ve “Hocam karnım acayip ağrıyor, acil hastaneye gitmem lazım. Dayanamıyorum” dedim. Müdürümüz sınav sorularını hazırladığı için meşgul olduğunu, bir arkadaşımı da alıp hastaneye taksiyle gitmemi söyledi. Ama kendisinin gelmesi gerektiğinin farkında bile değildi. Profesyonel oyuncu kabiliyetlerimi tamamen ortaya dökme sırasıydı. “Hocam çok kötüyüm gerçekten. Taksi bekleyecek gücüm yok. Beni siz götürün, dayanamıyorum” dedim. Gariban müdürümüz “O kadar mı ağrıyor ya?” diye sorunca hem de nasıl der gibi hareketler yaptım. Bir yandan da kıvranıyordum. Zar zor ikna olmuş müdür “Tamam bekle biraz o zaman” deyince bir rahatlama geldi, sormayın.

    Odadan aceleyle çıktık. Planı kuran hocalardan ikisi dışarıda bizi dinliyorlarmış. Meraktan ölüyorlar tabi… Biz çıkınca müdür bunlara “Siz de hazırlanın çocuğun koluna girersiniz” dedi. Çünkü o sırada inandırıcı olsun diye Arizona kertenkelesi gibi yerlerde sürünüyordum.

    Öyle bir role girmişim ki onlar bile karnımın ağrıdığına inanmıştı. Aynı derslere girdiğim çok yakın bir arkadaşımı da çağırdı müdürümüz. Üç kişi bana refakat edecekti. Hepsi de benim rol yaptığımı biliyor. Neyse bindik arabaya acile gittik. Akşam saatleri olduğundan yoğunluk da yoktu. Beni hemen tekerlekli sandalye ile sedyeye kadar götürdüler. Koşar adımlarla doktor geldi. Müdürümüzü görmeniz lazım… Nasıl korkmuş bana bir şey olacak diye. Canım müdürüm…

    Kursta kalan diğer hocaların sorulara ulaşması için müdürü bir saat hastanede tutsak yeterliydi. Planımız da öyleydi, sadece biraz oyalamam lazımdı. Velhasıl doktor karın ağrısı olduğu için elini hemen karnıma bastırdı. Şuran ağrıyor mu, buran ağrıyor mu falan… Elini sağ karın boşluğuma bastırdı “Ağrı var mı” dedi. “Biraz” dedim. Elini hızlıca çekti, “Şimdi acıdı mı” dedi. “Evet” dedim. Demez olaydım. Birkaç kez tekrar edip emin olduktan sonra “Senin apandisitin patlamış” dedi. “Ne?” dedim “Apandisit mi? Hocam apandisit olduğuna emin misiniz? Gaz falan olmasın” dedim. “Hayır, kesinlikle apandisitin patlamış, hemen ameliyata almamız lazım seni” dedi.

    Ben bu defa korkudan kıvranmaya başladım. Müdürümüz doktorla konuşurken fırsat bu fırsat deyip hemen beni ikna eden hocama baktım. Sessizce “Hocam ne diyor bu doktor? Apandisit diyor, ameliyat diyor. Sen bir şey demeyecek misin?” dedim. O da kendine has aksanıyla “Ma sanki ne olmiş, apandisittir nedir sanki ne işe yaradığını biliyor musun? He ma müdür anlarsa zaten vallah sen de yanarsın. Aldır şimdiden kafan rahat etsin yarın öbür gün patlamaz işte” dedi. Evet, aynen böyle dedi. Ben de “Senin ağzın ne konuşuyor hocam, oooy malamıne” diyemedim tabi. Sorsan apandisitin tek görevinin zamanı gelince patlamak olduğunu söyler kendisi. Tıpla alakası o kadar çünkü.

    Ama haklı, artık yapacak bir şey yoktu. Müdür üçkâğıt olduğunu bir anlasa hepimiz yanacaktık. O sırada doktor tekrar gelip “Bir hocamız var, evi de buraya çok yakın. Bu konuda uzman. Normalde mesai saati değil ama rica ettim bir de o baksın sana” dedi. İçimden derin bir oh çektim. Herhâlde o doktor anlar apandisitimin patlamadığını diye düşündüm. O doktor da muayene ettikten sonra “Seni acil ameliyata almamız lazım, bu apandisit” dedi.

    Ya hu harbiden patladı da benim mi haberim yok bu kadar doktor yanlış yapacak değil diye düşünmedim değil. Tabi emin olmak benden kan aldılar. Ama o arada serum yapıp bir yandan ameliyata hazırlıyorlardı. Müdürümüz kursa gidip telefonunu ve cüzdanını alıp hemen geri geleceğini söyledi. Sözüm ona refakatçi gelen arkadaşlar da onunla beraber kapıya çıktılar. Ben de içeride serum yiyorum…

    Aradan bir süre geçti, ne müdür ne de refakatçilerim geri döndü. Pencereden dışarıya bakınca bir de ne göreyim hastanenin hemen karşısındaki büfede oturmuşlar maç izliyorlar. Umurlarında bile değilim. Aldım elime serumumu onların yanına gideyim dedim. Kapıdan çıkamadan doktorlara yakalandım. Artık kaçacak yer de söyleyecek söz de kalmadı. O esnada müdürümüz geldi. Ona dönüp “Hocam bir de özel hastaneye gidelim, emin olalım. Ben buraya güvenmiyorum” dedim. Biraz kargaşa çıksa da hastane bana sorumluluk kabul etmediklerine dair 6-7 kâğıt imzalattı. Hepsine bastım imzayı. Kursa geri dönünce müdürümüz “Sen en iyisi evine git, ailen ilgilensin seninle. Biz burada iyi bakamayız” dedi. Patlak apandisitle topladım valizimi evime gittim.

    Elhamdülillah bu olay aradan birkaç sene geçip ben anlatıncaya kadar ortaya çıkmadı ama az daha neşteri yiyecektim. Demem o ki kopya çekmeyin, çektirmeyin, çekene yardım ve yataklık yapmayın. Ben yardım ettim apandisitim patladı. Az daha yataklık oluyordum, zor yırttım. Demek ki neymiş: Kopya çekmek kul hakkı olduğu gibi sağlığa da zararlıymış.