Kategoriler
Kişisel Gelişim

Kuranda Tasavvuf İle İlgili Ayetler Nelerdir?

Bazı insanlar vardır, duyduğu her meselenin Kur’an ve sünnette geçip geçmediğini sorar. Onlarda anlatılmayan her şeyi dinin dışında sayar. Bu yaklaşım ilmi yetersizlikten kaynaklanır.

Tasavvufun manasını ve muhtevasını iyice incelemeden onu tenkit edenler ise ilkin şu soruyu sorarlar: “Süfi, şeyh, tasavvuf gibi kelimeler Kur’an ve sünnette geçiyor mu? Geçiyorsa göster, geçmiyorsa bunlar niye kullanılıyor? Onları dine ait bir kavram gibi göstermek doğru mu?”

Bu soruların cevabını anlamak için şu çok önemli:

Azıcık dini ilmi ve biraz insafı olan kimse bilir ki Kur’an-ı Kerim, hayatımız süresince kullandığımız bütün isim ve terimlerin bir arada toplandığı ansiklopedi değildir.

Kur’an, bir hidayet ve hakikat kitabıdır. Onda salihlerin ismi değil, sıfatları anlatılır. Kalbini Kur’an’ın emir ve yasaklarına açabilen ve ona inanan her mümin için, Kur’an’da bir ilim ve edep mevcuttur. Ondaki ilim ve edebi ancak Allah’a dost olanlar alır.

Kur’an, müminler için bir zikir sebebi ve şifa kaynağıdır. İçinde güzel ahlak anlatılmış ve müminler ona davet edilmiştir. Ayrıca, kötü sıfat ve ahlaklar zikredilip herkes onlardan sakındırılmıştır.

Kur’an, kendisiyle Yüce Allah’a ibadet edilen bir kitaptır, onunla hareket yönü belirlenir ve Cenab-ı Hakk’a gidilir.

Sünnet, Hz. Muhammed Efendimiz’in ﷺ bizzat hayatında Kur’an-ı Hakîm’in uygulanmış ve yaşanmış şeklidir.

Kur’an, Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzüne emanet ettiği, her şeyi ölçecek en hassas bir teraziye benzer; sünnet bu terazinin göstergesidir, bir mihenk taşıdır; her meslek ve mesele onlarla ölçülüp değerlendirilir. Bu değerlendirmede güzel sıfatını alanlar güzel, çirkin hükmünü giyenler çirkindir.

O halde bize gereken, bir şeyin ismini değil, o ismi taşıyanların sıfatlarını Kur’an ve sünnette aramak ve onların verdiği nota bakmaktır.

Şimdi sorunun cevabına gelelim:

Evet, “Sûfi” ve “tasavvuf“ kelimeleri Kur’an ve sünnette geçmiyor. Ancak gerçek sûfilerin sahip olduğu bütün ilim, hâl ve ahlak Kur’an ve sünnette ya açıkça zikrediliyor veya işaret ediliyor. Aynı zamanda bunlar, duruma göre her mümine emir veya teşvik veyahut tavsiye ediliyor. Kısaca sufiliğin iç yüzü ilahi aşk, dış yüzü de güzel ahlaktır.

Tasavvuf, kamil bir mürşit rehberliğinde ve onun nezaretinde terbiye almaktır. Bu terbiyenin sonu da olgun bir insan olmaktır. Bu olgun insana Allah adamı (ricalullah) denir.

Tasavvuf, dünya adamını Allah adamı yapma sanatıdır.

“Eğer tasavvufu inkâr edenler, sadece tasavvuf ve sûfi kelimesinin Kur’an’da bulunmadığını söylüyorlarsa bunda garipsenecek bir şey yoktur; bu doğrudur.

Fakat tasavvufun içerdiği manayı ve ahlakı inkâr ederlerse, o takdirde Hz. Peygamber’in ﷺ getirdiği dinin tümünü ve onun bütün güzel ahlaklarını inkâr etmiş olurlar.” (Kaynak: Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb, 54.)

“Taklit ehli olmayan velilere ve velayetinde yüksek kemalat seviyesine ulaşanlara “sûfi” denir. Bu kelime herhangi bir dil kaidesine göre türetilmemiştir. Çünkü sûfi kelimesinin çok geniş ve yüksek bir manası vardır. Onun manası sözle anlatarak değil, bizzat yaşanarak anlaşılır.” (Kaynak: Hucvirî, a.g.e, 53-54.)

“Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin hangi köklerden nasıl türetildiği ile uğraşmak yersizdir. Bu isim, halleri ve yolları meşhur veliler topluluğuna verilmiş bir lakaptır.” (Kaynak: Kuşeyri, Risale, II, 550.)

Farklı isimlerle anıldıkları için sufileri, ayrı bir dine mensup zannetmek ve onları karanlık örgütler gibi tanıtmak yanlıştır. Bu anlayış, gerçeğe aykırıdır. Onların isimleri ne olursa olsun, en önemli sıfatları Allah dostu olmalarıdır.

Salih insanlara, ulaştıkları sıfatlara, temsil ettikleri makamlara ve gördükleri vazifelere göre veli, mürşit, șeyh, gavs, kutup gibi farklı isimler verilmiştir.

“Kur’an-Kerim’de sufî ismi yoktur. Ancak bunun yerine mukarrebun kelimesi kullanılmıştır. (Kuran’ı Kerim Kaynak: Vâkia 56/7-10) Mukarrebun; Yüce Allah’ın huzurunda sevilmiş ve kabul görmüş salih zatlardır.

Onlar, hayırlarda en önde, kullukta ve edepte zirvededir. Hepsi Allah adamıdır, Yüce Allah’ın dostudur.

Gerçek sufi, işte bu sıfata sahip olan ve mukarrebun makamında bulunan kimsedir. Kelimeler üzerinde tartışmaya yapmaya gerek yoktur. Sufî dediğimiz zaman mukarrebun makamına çıkmış veliyi kast ediyoruz.

Gerek biyografi kitaplarında gerekse diğer ansiklopedik eserlerde, isimleri geçen bütün sufiler ve mürşitler, mukarrebun sıfatındaki velilerin yolunda bulunuyorlardı. Onların sahip oldukları ilimler, anlattığımız kamil velilerin hallerine ait olan ilimlerdi.” (Kaynak: Sühreverdî, Gerçek Tasavvuf, 16.)

Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Hakim’deki, bütün insanları şu üç gruba ayırmıştır:

1- Mü’minler (Ashâb- Meymene) 2- Kâfir ve münâfiklar (Ashâb-ı Meş’eme)

3- Hayırlarda en önde olan ve ilâhi yakınlığa ulaşan kamil müminler (Sâbikûn-Mukarrabûn). (Kuranı Kerim kaynak: Vâkia 56/7-10)

Tasavvuf imamları veli, arif, mürşit, șeyh, sûfi deyince üçüncü gruba giren kamil müminleri kast ederler.