İçeriğe geç

Müminin Dayanağı Nedir?

    Cenâb-ı Hak mücella kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor: “Müminler Allah’a tevekkül etsinler.” (İbrahim 11)

    “Eğer müminseniz Allah’a tevekkül edin.” (Mâide 23)

    Tevekkül kulun Allah’a dayanması, güvenmesi, her şeyi ile O’na teslim olmasıdır.

    Allah Teâlâ tüm varlıkları yoktan var edendir. Canlı cansız, küçük büyük ne varsa hepsi O’nun iradesi ve yaratması ile var olmuştur. Her şeyin mevcudiyeti, idamesi Allah Teâlâ’nın izni ve iradesiyledir. O’nun izin vermediği hiçbir şey olmaz, izin verdiğine de kimse engel olamaz.

    Müminler bu hakikati hiçbir zaman unutmamalı, her işlerinde O’na tevekkül etmeli, dayanmalı, güvenmelidir.

    Tevekkül müminin imanı ile irtibatlıdır. İmanı ölçüsünde tevekkülü kuvvetlenir. Tevekkülü zayıf kimseler iman konusunda da zayıftır.

    Şeytan Hz. Adem aleyhisselama secde etmedi. Hikmetini anlayamadığı işte Allah’a dayanıp güvenmedi, işin aslını O’nun sonsuz kudretine havale etmedi. Kendinde bir varlık hissetti, “ben ondan üstünüm, secde etmem” dedi, Allah’ın emrine isyan edip kâfirlerden oldu. (Bakara 34; Sâd 76)

    İmanı tüm insanlığa örnek gösterilen peygamberlerin en belirgin vasıfları Allah’a tevekkül etmeleridir. En ulvî ve en zor vazife olan peygamberlik görevini ifa ederken pek çok sıkıntı çekmiş, zorluklarla mücadele etmiş, nice engellerle karşılaşmışlardır. Onlar her zaman Allah’a tevekkül etmiş, işlerini O’na havale etmişlerdir.

    Hz. İbrahim aleyhisselam hakkı tebliğ etmesi, kavmine tevhidi bildirmesi ve putlarını kırmasının neticesinde ateşe atılmıştı. Ancak o, imanın gücü ile ne ateşe atılmadan önce yaşadığı zorluklarda ne ateşe atıldığında ne de daha sonraki yaşamında tevekkülden hiçbir zaman ayrılmamıştır.

    Hz. İbrahim aleyhisselam ateşe atıldığında Rabbimiz ateşe, “Ey Ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” buyurmuş, onun tevekkülünün, işini O’na havale etmesinin neticesini müminlere örnek olarak göstermiştir.

    Eşi Hz. Hâcer’i ve daha süt emmekte olan oğlu Hz. İsmail’i ilâhî emir ile Kâbe’nin yanına bıraktığında şöyle demişti, “Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını namazı dosdoğru kılmaları için senin Beyt-i Haram’ının yanına, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim…” (İbrahim 37)

    Oğlu Hz. İsmail aleyhisselam rüşt yaşına girdiğinde onu kurban etmesi yönündeki ilâhî emri aldığında, kendisi, oğlu ve hanımı Hz. Hâcer Allah Teâlâ’ya tevekkül etmiş, teslimiyet göstermişlerdi. Kendilerine musallat olup onları şüpheye sevk edecek şeytanı taşlayıp kovmuşlardı. Onların bu tevekkülü Müberra Kitabımız’da şöyle bildirilir:

    “Oğlu yanında koşacak çağa gelince: ‘Ey oğlum! Ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?’ dedi. Çocuk da: ‘Babacığım sana ne emrediliyorsa yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi.” (Sâffat 102)

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin de saadetli hayatı Allah’a tevekkül ile örülüdür. Daha dünyaya gelmeden babasını, küçük yaşlarda annesini, sonra dedesini kaybetmiştir. Peygamberlik verilmeden önceki Mekke dönemini Allah’a tevekkül ile geçirmiş, Beytullah’ta, Hira mağarasında tefekkür ile Rabbine sığınmıştır.

    Peygamberlik verildikten sonraki vazifesini ifa ederken, hakkı tebliğ ederken sadece Rabbine dayanmış, nice sıkıntılara tahammül etmiş, işini O’na havale ederek tebliğde bulunmuştur.

    Hicret esnasında Sevr mağarasında yol arkadaşı Hz. Ebubekir Sıddık radıyallahu anhuya söylediği sözler o tevekkülü bize bildirmektedir: “Hani onlar mağaradaydılar. Arkadaşına ‘Mahzun olma! Allah bizimle beraberdir’ diyordu.” (Tevbe 40)

    Hz. Ebubekir radıyallahu anhu anlatıyor: “Ben mağarada iken Resûlullah’a, ‘Onlardan biri ayaklarının dibine bakacak olsa kesin bizi görecek’ dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü: “Üçüncüsü Allah olan iki kişiye sen ne (olacağını) zannediyorsun?” buyurdu. (Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 2, nr. 3653)

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin terbiyesi ve nazarında yetişen sahabi efendilerimiz de güçlü bir tevekküle sahipti. Bu sayede İslâm uğruna nice zorluklara katlanmış, hiçbir zaman yılmamış ve ilâhî mesajın yayılmasında muvaffak olmuşlardı. Onlar, “Allah size yardım ederse sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa da size kim yardım edebilir? Müminler sadece Allah’a tevekkül etsinler.” (Âl-i İmran 160) ayetinin sırrınca hareket ettiler.

    Onların izini takip eden Allah dostları da Allah Teâlâ’ya tevekkül etmiş, İslâm’ın yayılması yolunda nice engeller ve zorluklar karşısında hiçbir zaman yılmamışlardır.

    Peygamberler, sahabiler, Allah dostları bu tevekküle sahip olmaları neticesinde Yüce Allah’ın rızasını ve sevgisini kazandılar. Bu durum ayet-i kerimede mealen şöyle haber verilir: “Bir işe karar verdiğin vakit Allah’a tevekkül et. Muhakkak ki Allah kendisine tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmran 159)

    Eğer gerçekten yapabilirsek tevekkül hayatımıza rehberlik edecektir. Böylece hayat bereketlenecek, Âlemlerin Rabbine dayanmanın her şeye, her işe nasıl anlam kattığı görülecektir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır: “Kim tamamen yönelirse Allah ona her işinde yeter ve onu hiç beklemediği yerden rızıklandırır. Kim de dünyaya yönelirse Allah onu dünya ile baş başa bırakır.” (Taberânî, el-Mucemu’l-Evsat, nr. 3383)

    Ayet-i kerimede de “Allah kuluna kâfi değil midir?” (Zümer 36) buyurulur. Bu ayetin muhatabı olan mümin şöyle demelidir: “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” (Âli İmran 173) “Kim Allah’a dayanıp güvenirse O ona yeter.” (Talâk 3)

    Tevekkül sayesinde kul, zâhirî tedbirlerini almakla beraber her işinde Allah’a dayanacak, neticeyi O’na bırakacaktır. İstemediği bir netice elde etse de “bir hikmeti vardır” diyecek, tevekkülünü bozmayacaktır. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur:

    “Kul geceleyin ticaret işlerinden birini yapmayı düşünür. O öyle bir iştir ki eğer onu yapacak olsa helâk olacak. Allah Teâlâ arşının üstünden ona nazar eder ve kendisini o işten alıkoyar. Kul üzüntü içinde sabahlar; uğursuzluğu komşusunda, yakınlarında arar. ‘Kim başıma felaket getirdi’ deyip durur. Halbuki o işinin olmayışı kendisi için Allah Teâlâ’nın bir rahmetidir.” (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 3/348; İmâm Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, 4/324)

    Bunun için Hz. Ömer radıyallahu anhu demiştir ki: “Sabaha zengin veya fakir olarak çıkmama aldırış etmem. Çünkü onların hangisinin benim için daha hayırlı olduğunu bilemem.” (İmâm Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, 4/324)

    Tevekkül, Allah’ın kudreti karşısında kulun kendi acizliğini idrak etmesidir. İşini O’na havale etmekten, O’na dayanmaktan, güvenmekten daha güzel ne olabilir. Bu mümin için hem şeref hem rahmettir.

    Mevlâ Teâlâ bizi Habibi’nin, nebîlerin, sıddıkların, dostlarının yolundan ayırmasın, onlar gibi tevekkül ehli kullar olabilmeyi nasip eylesin.

    Tevfik ve inayetiyle.