İçeriğe geç

Peygamber Efendimizin ﷺ Yaşam Tarzı Nasıldı?

    Sünnet-i Seniyye’ye tâbi olmak deyince genellikle namaz, oruç gibi ibadetlerdeki sünnetlere gereken özeni göstermek anlaşılıyor. Bunlar elbette vazgeçilmez öneme sahip. Fakat sünnet sadece ibadetlerle sınırlı değil. Başta ahlâk olmak üzere günlük hayatın bütün alanlarında, tutum ve davranışlarda, insanlar arası ilişkilerde bir Peygamber tarzı var. Bütün müminlere örnek ve model olması gereken bir tarz.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem daima Allah Teâlâ’dan kendisini güzel edeplerle ve üstün ahlâkla tezyin etmesini isteyerek şöyle dua ederdi:

    “Allahım, yaratılışımı ve huyumu güzelleştir.”

    “Allahım, beni kötü ahlâktan uzak tut.”

    Allah Teâlâ da O’nun duasını kabul etti, kendisine Kur’an’ı indirdi, onunla zat-ı âlisini terbiye etti, böylece onun ahlâkı Kur’an oldu.

    Kur’an ahlâkı

    Sa’d b. Hişam demiştir ki: “Hz. Âişe radıyallahu anhâya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ahlâkını sordum. Bana;

    – Sen Kur’an okumuyor musun, diye sordu.

    – Elbette okuyorum, dedim.

    – O’nun ahlâkı Kur’an idi, buyurdu.”

    Kur’an-ı Hakim birçok ayette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi güzel ahlâka ve üstün edebe yönlendirmiştir. Bu ayetlerin bazılarında şöyle buyuruluyor:

    “(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf 199)

    “Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emrediyor. Fuhuş türü çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı da yasaklıyor.” (Nahl 90)

    “Başına gelen musibetlere sabret. Şüphesiz bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokman 17) 

    “Kim sabreder ve affederse, gerçekten bu azmedilecek işlerdendir.” (Şûrâ 42-43)

    “(Haklarında ilahî hüküm gelene kadar) onları affet ve bağışla. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” (Mâide 13) 

    “Onları affetsinler, kusurlarını bağışlasınlar. Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nûr 22) 

    “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel şekilde sav. Böyle yaparsan seninle arasında düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluverir.” (Fussilet 34)

    “O takva sahipleri ki, bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik sahiplerini sever.” (Âl-i İmran 134)

    “Zannın birçoğundan sakının. Şüphesiz zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın.” (Hucurât 12)

    İlâhî ikramın tecellisi

    Kur’an-ı Hakim’de, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme ve O’nun şahsında ümmetine edep öğreten böyle ayetler pek çoktur.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem edep ve terbiyede kaynaktır. Sonra bu nur ondan bütün insanlığa yayılır. Bunun için O “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurdu ve sonra insanları güzel ahlâka teşvik etti.

    Allah Teâlâ, onun ahlâkını kemâle erdirince kendisini överek “Sen gerçekten yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 4) buyurdu.

    Şanı yüce ve ihsanı noksansız olan Allah’ın ihsan ve ikramının bir tecellisi olarak güzel ahlâkı önce veriyor, sonra övüyor. Güzel ahlâkla süsleyen O iken, bunu Habibi’ne izafe ederek “Sen gerçekten yüce bir ahlâk üzeresin” buyuruyor. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de insanlara Allah Teâlâ’nın güzel ahlâkı sevdiğini, kötü ahlâka buğzettiğini açıklamıştır.

    Hz. Ali radıyallahu anhu demiştir ki:

    “Müslüman kardeşi bir ihtiyacı için geldiğinde, kendisini hayır için ehil görmeyen adama şaşarım. Onun bir sevap beklentisi ve azap korkusu olmasa bile güzel ahlâk adına yardıma koşması gerekir. Şüphesiz güzel ahlâk kişiyi kurtuluş yoluna sevk eder.”

    Bunun üzerine bir adam ona;

    – Bunu Allah Resûlü’nden mi işittin, diye sordu. Hz. Ali radıyallahu anhu;

    – Evet, ondan işittim. Bu konuda ondan daha hayırlısı yoktur, dedi ve şunu anlattı:

    “Tay kabilesinin esirleri Allah Resûlü sallallahu aleyhi veselleme getirilince içlerinden bir genç kız dedi ki:

    – Ey Muhammed, eğer uygun görürsen beni serbest bırak, beni Arap kabilelerine rezil etme. Ben kavminin efendisi olan birinin kızıyım. Babam korunması gereken değerleri korur, esirleri azat eder, açları doyurur, yemek yedirir, selamı yayar, kendisinden bir şey talep eden ihtiyaç sahibini asla geri çevirmezdi. Ben Hatem-i Tâî’nin kızıyım.”

    Bunları işiten Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

    – Ey genç kız, bunlar gerçek müminlerin sıfatıdır. Eğer baban Müslüman olsaydı ona Allah’tan rahmet isterdik. Bunu serbest bırakın, çünkü babası güzel ahlâkı severdi. Şüphesiz Allah da güzel ahlâkı sever.

    Orada bulunan Ebû Bürde b. Niyâr ayağa kalkarak;

    – Ey Allah’ın Resûlü, Allah güzel ahlâkı sever mi, diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu cevabı verdi:

    – Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki cennete ancak güzel ahlâklı kimse girer.”

    Emir ve tavsiyelerin özü

    Hz. Enes radıyallahu anhu demiştir ki:

    “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ne kadar nasihat ve güzel haslet varsa hiçbirini terk etmedi, bizi hepsini yapmaya davet etti ve onları bize emretti. Ne kadar aldatma, kusur veya kötü huy varsa, hepsinden bizi sakındırdı ve onları bize yasakladı. Bütün bunları topluca ifade için şu ayet yeterlidir: “Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emrediyor; fuhuş türü çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı da yasaklıyor.” (Nahl 90)

    Muaz b. Cebel radıyallahu anhu demiştir ki: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana tavsiyede bulunarak buyurdu ki:

    “Ey Muaz! Sana Allah’tan korkmayı, takvayı, doğru konuşmayı, verdiğin sözde durmanı, emaneti yerine getirmeyi, hıyaneti terk etmeyi, azalarını haramdan korumayı, yetime acımayı, yumuşak konuşmayı, selâmı yaymayı, güzel ameli, kısa emeli, imana sarılmayı, Kur’an’da derin anlayış sahibi olmayı, âhireti sevmeyi, hesaptan korkmayı ve insanlara şefkat kanatlarını germeyi tavsiye ederim.

    Seni hikmet ehline kötü söz söylemekten, doğru kimseyi yalanlamaktan, günahkâra itaatten, âdil lidere isyan etmekten ve yeryüzünde fesat çıkarmaktan sakındırırım. Ağacın, taşın, tepenin yanında, nerede olursan ol, sana Allah’tan korkmayı, her türlü günahın için -gizlisine gizlice, açık olana açıkça- tevbe etmeni tavsiye ederim”.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Allah’ın kullarını işte bu şekilde edeplendirdi, onları şerefli ahlâka ve güzel edeplere davet etti.

    Bazı özellikleri

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem insanların en halimi (yumuşak huylusu), en şecaatlisi, en âdili ve en iffetlisi idi. O’nun eli, cariyesi olmayan, nikahı altında bulunmayan veya mahremleri içinde yer almayan hiçbir kadının eline dokunmamıştır. 

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem insanların en cömerdi idi. Yanında altın ve gümüşle gecelemezdi. Eğer onlardan bir şey artar, verecek kimse bulamaz ve gece de gelirse bu fazlalığı muhtaç birine vererek ondan kurtulmadan evine gitmezdi.

    Allah Teâlâ’nın, kendisine verdiği maldan, sadece ailesinin senelik yiyeceğini alır, ondan da hurma ve arpa gibi en kolay yenileni ayırır, kalanını Allah yolunda harcardı.

    Kendisinden elinde olan bir şey istendiğinde muhakkak verirdi. Bazen ayırdığı senelik yiyeceğine döner, isteyenin ihtiyacını ondan giderirdi. Öyle ki eğer sene bitmeden bir şey gelmezse çok defa kendisi muhtaç duruma düşerdi.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ayakkabısını diker, elbisesini yamar, ailesinin işlerine yardımcı olur ve onlarla birlikte et doğrardı.

    İnsanların en hayâlısı idi. Bakışını kimsenin yüzüne sabitlemezdi yani kimseye dik dik bakmazdı.

    Köle ve hür herkesin davetine icabet ederdi. Bir miktar süt veya bir tavşan budu da olsa verilen hediyeyi kabul eder, ona karşılık verir ve ondan yerdi. Fakat peygamberlik gereği sadaka malı yemezdi. Bir cariyenin veya fakirin davetine icabet etmeye kibirlenmezdi.

    Yüce Rabbi için kızar, fakat asla nefsi adına kızmazdı. Hak olan hükmü infaz ederdi. Bundan dolayı kendisine veya ashabına bir zarar gelse de hakkı infazdan geri durmazdı.

    Bir defasında kendisiyle savaşan müşriklere karşı bazı müşriklerden yardım teklifi gelmişti. O sırada sayıca az idiler. Bir tek kişiye dahi ihtiyacı varken bunu kabul etmeyerek, “Biz bir müşrikten yardım istemeyiz” buyurdu.

    Ashabının ileri gelenlerinden birisi olan Abdullah b. Sehl el-Ensârî, Yahudilerin arasında öldürülmüş olarak bulundu, fakat kimin öldürdüğü tespit edilemedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onlara topluca ceza kesmedi, hiçbirine zulmetmedi. Zor da gelse haktan öte geçmedi. Maktulün kan bedeli olarak yakınlarına yüz deveyi kendisi ödedi. Halbuki o günlerde Müslümanların bir deveye bile ihtiyacı vardı.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bazen açlıktan karnına taş bağlar, bazen hazırda olanı yer, bulduğunu geri çevirmezdi. Helal olan bir yemekten kaçınmazdı. Hurma bulup ekmek bulamazsa sadece hurmayı yerdi. Kızarmış et bulursa onu yerdi. Süt bulup ekmek bulamazsa, sütle yetinirdi. Kavun, karpuz veya taze meyve bulursa onu yerdi. Yaslanarak ve masada yemek yemezdi.

    Tevazu ve sabrın zirvesi

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem Allah Teâlâ’ya kavuşana kadar peş peşe üç gün arpa ekmeği ile karnını doyurmamıştı. O bunu fakirlikten veya cimrilikten değil, nefsi adına bunu tercih ederek yapmıştır.

    Yemek davetlerine katılır, hastaları ziyaret eder, cenazelerde bulunurdu.

    Düşmanları arasında korumasız olarak tek başına yürürdü.

    İnsanların en mütevazisi idi. En sakini idi. Sözü uzatmadan en açık konuşanı idi. En güler yüzlüsüydü.

    Dünya işlerinden hiçbir şey ona heyecan vermezdi.

    Bulduğunu giyerdi. Bazen bir örtü, bazen Yemen işi bir bürde, bazen yünden cübbe… Kısaca mübah olarak ne bulursa onu giyerdi.

    Yüzüğü gümüştendi. Sağ serçe parmağına takardı. Bazen sol serçe parmağına taktığı da olurdu.

    Bineğinin terkisine kölesini veya başkasını alırdı. Binek olarak at, deve, beyaz katır veya merkepten hangisini bulursa ona binerdi. Bazen de üzerinde bir bürde, başında sarık veya örtü olmadan başı açık, yalın ayak yürürdü. Medine’nin en uzak yerindeki hastaları ziyarete giderdi. 

    Güzel kokuyu sever, kötü ve pis kokudan hoşlanmazdı.

    Fakirlerle oturur, düşkünlerle birlikte yemek yerdi.

    Fazilet sahibi kimselere ikramda bulunurdu. Şeref sahibi kimselere iyilikte bulunarak gönüllerini alırdı.

    Akrabalarıyla ilgilenirdi. Ancak bunu yaparken onları daha faziletli olanlara tercih etmezdi.

    Kimseye eziyet etmezdi. Kendisinden özür dileyenin özrünü kabul ederdi.

    Şaka yapar, fakat sadece gerçek olanı söylerdi. Kahkaha atmadan gülerdi. Mübah olan oyunu seyreder, kötü görmezdi. Ailesiyle koşu yarışı yapardı.

    Bazen huzurunda yüksek sesle konuşulur, fakat O buna sabrederdi.

    Sağmal deve ve koyunları vardı. Kendisi ve ailesi günlük yiyeceğini onların sütünden temin ederdi.

    Köle ve cariyeleri vardı. Yeme ve giyimde onları kendisinden ayrı tutmazdı.

    Hiçbir vaktini Allah Teâlâ için amelin veya nefsinin salahı için gerekli bir şeyin dışında geçirmezdi.

    Sahabilerinin bağ ve bahçelerine giderdi.

    Fakirliği ve güçsüzlüğü sebebiyle hiçbir fakiri küçük görmezdi. Mal mülk sahibini de malından dolayı gözünde büyütmezdi. Her ikisini de aynı şekilde Allah Teâlâ’ya davet ederdi.

    Allah Teâlâ bütün faziletli huyları ve mükemmel bir idare ahlâkını onda toplamıştı. Halbuki O okuma yazma bilmezdi. Cehaletin yaygın olduğu bir muhitte, çöl hayatında, fakirlik içinde, koyun güderek, annesi ve babası olmayan bir yetim olarak büyümüştü. Bununla birlikte Allah Teâlâ ona bütün güzel ahlâkı, öncekilerin ve sonrakilerin haberlerini, âhirette kurtuluş vesilesi olan şeyleri, dünyada da gıpta edilecek ve kurtuluş vesilesi olacak işleri, farzlara sarılmayı ve boş işleri terk etmeyi öğretti.

    Nezaket ve zarafeti

    Ebü’l-Bahterî’nin rivayet ettiği haberde denilmiştir ki:

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem müminlerden kime incineceği bir söz söylemişse, bu onun için bir kefaret ve rahmet yapılmıştır. O bir kadına veya hizmetçiye asla lanet okumamıştır.

    Bir savaşta kendisine “Şu düşmanlara lanet okusanız” denildiğinde; “Ben rahmet için gönderildim, lanet okumak için gönderilmedim” buyurmuştur.

    Kendisinden, müslim olsun kâfir olsun, birilerine beddua etmesi istenince bedduayı bırakıp hayır duaya dönerdi.

    Allah Teâlâ yolunda cihat ederken vurması dışında hiç kimseye eliyle vurmamıştır. Kendisine yapılan hiçbir kusur için asla intikam almamıştır. Sadece Allah’ın haram kıldığı işler yapıldığında gereken cezayı verirdi.

    İki iş arasında, seçim yapmakta serbest bırakılınca, muhakkak ümmeti için en kolay olanını seçerdi. Ancak bir işte günah veya akrabayla ilişiği kesme bulunursa, ondan insanların en fazla uzak duranı olurdu.

    Hür olsun köle olsun, birisi kendisinden yardım isteyince muhakkak onunla birlikte gidip ihtiyacını görürdü.

    Hz. Enes radıyallahu anhu demiştir ki: “Onu hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hoşlanmadığı bir iş için bana ‘Bunu neden yaptın?’ demedi. Ailesinden biri beni ayıplamaya kalkınca, ‘Onu bırakın. Onun yaptığı ancak bir kitap ve kaderin gereğidir’ derdi.”

    Bir yolcu gibi

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yatacağı yer konusunda titizlenmezdi. Altına bir şey serilirse ona yatar, serilmezse yerin üzerine uzanırdı.

    Allah Teâlâ onu peygamber olarak göndermeden önce Tevrat’ta vasıflarından bahsetti ve Tevrat’ın ilk satırında şöyle buyurdu:

    “Muhammed Allah’ın resûlüdür. O benim seçilmiş kulumdur. O çirkin ve kaba söz söylemez. Çarşılarda bağırarak konuşmaz. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, affedip bağışlar. Doğum yeri Mekke’dir; Tâbe’ye (Medine’ye) hicret eder. Mülkü (hükmü ve saltanatı) Şam’a ulaşır. Elbise olarak izar kuşanır. O ve beraberinde olanlar Kur’an’a ve ilme çağırırlar. Abdest anında azalarını yıkarlar.”

    Onun İncil’de bahsedilen vasıfları da böyleydi. Şunlar da onun güzel ahlâkındandır:

    Karşılaştığı kimseye selam vererek söze başlamak, bir ihtiyaç için kendisine gelen kimseyle ilgilenmek ve o dönüp gidene kadar sabretmek, biri elinden tuttuğunda o bırakana kadar elini çekmemek.

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem ashabından biriyle karşılaştığında önce onunla musafaha yapar, sonra elini tutup avucunu avucuna geçirerek üzerinden sıkıca kavrardı.

    Oturup kalkarken muhakkak Allah Teâlâ’yı zikrederdi.

    Kendisi namaz kılarken birisi bir şey sormak için yanına gelip oturduğunda namazını kısa tutar, selam verip ona yönelerek “Bir ihtiyacın var mı?” diye sorar, onun ihtiyacını giderdikten sonra namazına dönerdi.

    Ekseriyetle dizlerini birleştirip göğsüne doğru diker ve üzerine ellerini bağlayarak otururdu.

    Ashabının meclisinde kendisinin nereye oturacağı bilinmezdi. Çünkü boş kalan yere otururdu.

    Ashabının arasında birini sıkıştıracak şekilde ayaklarını uzatarak oturduğu vâki değildir. Ancak mekân geniş olur ve birini sıkıştırma durumu bulunmazsa o zaman uzatırdı. Ekseriyetle kıbleye doğru otururdu.

    Yanına gelen misafire ikramda bulunurdu. Gelen kimse ile bir akrabalık bağı olmasa da onun altına ridasını serip üzerine oturturdu. Yanına gelen kimseye, kendisinin oturduğu minderi verirdi. O kişi kabul etmekten çekinse de kabul edene kadar ısrar ederdi.

    İlgili ve değer veren

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem ile temas kuran herkes, en çok kendisinden hoşlandığını zannederdi. Meclisinde bulunan herkese yüzüyle yönelirdi. Öyle ki meclisinde bulunan herkesle ilgilenir, onu dinler, onunla konuşur, ona lütuf ve teveccühte bulunurdu. Bununla birlikte meclisi, tamamen hayâ, tevazu ve emanetten (konuşulan şeylerin hakkını vermekten) ibaretti.

    Onun insanlara karşı güzel davranışı hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

    “Sen Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Şayet kaba, katı yürekli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmran 159) 

    Ashabını “filancanın babası, annesi, kızı” gibi künyeleri ile çağırırdı. Bunu onlara bir ikram ve gönüllerini fethetmek için yapardı. Künyesi olmayana künye bulurdu. Bundan sonra o kimse bu künye ile çağrılırdı. Çocukları olan kadınlara künye taktığı gibi, çocukları olmayan kadınlara da bir künye ile söze başlardı. Çocuklara da künye takarak onların gönüllerini alırdı.

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem insanların en geç kızanı ve en çabuk razı olanı idi. İnsanlara karşı en şefkatli, en hayırlı ve en faydalı olanı idi.

    Meclisinde sesler yükselmezdi.

    Meclisinden kalkarken; “Allahım, sana hamd ederek seni tesbih ederim. Şahitlik ederim ki senden başka ilâh yoktur. Senden affımı ister ve sana tevbe ederim” tesbihini okur, sonra “Bana bunları Cibrîl öğretti” buyururdu.

    Konuşması, gülmesi

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem insanların en fasih (güzel, akıcı) konuşanı ve en tatlı sözlüsü idi. Kendisi “Ben Arapların en fasihiyim” buyururdu.

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem konuştuğunda kısa, açık ve özlü konuşurdu; sözü uzatıp konuyu dağıtmazdı.

    Hz. Âişe radıyallahu anhâ demiştir ki:

    “Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem sizin gibi sözü peş peşe ekleyerek hızlı konuşmazdı. Onun kelâmı kısa idi. Siz ise sözü dağıtıyorsunuz (çok ve gereksiz konuşuyorsunuz).”

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem insanların en veciz konuşanı idi. Cibrîl aleyhisselam da ona geldiğinde bu şekilde konuşuyordu. Sözü kısa olmakla birlikte anlatmak istediği bütün manayı içinde toplardı. Birçok mana içeren özlü sözlerle konuşurdu. Sözü ne fazla ne eksik idi. Konuşması birbirini takip ederdi. Sözleri arasında fasıla olurdu (durarak konuşurdu). Onu dinleyen kimse sözünü rahatça anlayıp ezberlerdi.

    Sesi gürdü. İnsanların en güzel seslisi idi. Sükûtu uzun sürerdi. İhtiyaç olmadan konuşmazdı. Hoş olmayan bir şey söylemezdi. Rıza ve gazap anında ancak gerçek olanı söylerdi. Hoşlanmadığı bazı şeyleri konuşmak zorunda kalınca üstü kapalı söylerdi. Kendisi sükût ettiğinde meclistekiler konuşurdu, fakat huzurunda tartışmaya girilmezdi.

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem ashabının yüzüne karşı tebessüm halinde idi. Onların konuşmalarını ilgiyle dinler, aralarına katılırdı. Güldüğünde çoğu kez azı dişleri görülecek şekilde gülerdi. Ashab-ı Kiram’ın onun yanındaki gülmesi tebessüm şeklindeydi. Kendisine uyarak ve zat-ı âlisine hürmet için böyle yaparlardı.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gün sıkıntılı bir halde iken çölde yaşayan biri geldi ve bir şey sormak istedi. Sahabiler;

    – Şimdi sorma, çünkü Allah Resûlü sıkıntılı bir halde, dediler. O ise;

    – Beni bırakın. Onu gerçek ile peygamber gönderen Allah’a yemin olsun ki, kendisini güldürmeden bırakmayacağım, dedi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme şöyle sordu:

    – Ey Allah’ın Resûlü, bana ulaşan bir habere göre Deccal insanlara tirit (et yemeği) getirecekmiş, yemeyenler açlıktan öleceklermiş. Anam babam size feda olsun, ne buyurursunuz? O güne ulaşırsam onun tiridinden yemeyip açlıktan helak mı olayım? Yoksa tiride el atıp karnım doyana kadar yiyeyim, sonra da Allah’a iman ve onu inkâr ettiğimi mi söyleyeyim?

    Bu tuhaf soru üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem azı dişleri görülecek şekilde güldü. Sonra adama dedi ki:

    Hayır, ondan bir şey yeme. Allah Teâlâ o gün müminlerin açlığını ne ile giderirse senin de açlığını onunla giderir.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem insanların en çok tebessüm edeni idi. Ancak Kur’an indiğinde, insanlara âhireti hatırlattığında, hutbe ve öğüt verdiğinde, namaz vakti yaklaştığında yahut ciddi bir durum hâsıl olduğunda hali değişirdi.

    Sevinçli ve rıza halinde iken insanlar içinde hali en güzel olanı idi. Vaaz verdiğinde çok ciddi olurdu. Kızdığında ancak Allah için kızardı ve (kızdığı şeyin ortadan kalkması haricinde) gazabını hiçbir şey gidermezdi. Bütün işlerinde aynı şekilde davranırdı.

    Başına bir sıkıntı geldiğinde işi Allah’a havale eder, kendi güç ve kuvvetinden uzaklaşır, Allah’tan doğruyu göstermesini isteyerek şöyle dua ederdi:

    “Allahım, bana hakkı hak olarak göster de ona uyayım. Bâtılı bâtıl olarak göster ve bana ondan uzaklaşmayı nasip et. İşlerin bana karışmasından ve senin hidayetin dışında nefsimin hevâsına uymaktan sana sığınırım. İsteklerimi senin itaatine tâbi kıl. Beni nefsimin şerrinden kurtarıp razı olduğun halde tut. Hak konusunda ihtilaf edildiğinde beni izninle (ve desteğinle) doğruya ilet. Şüphesiz sen dilediğini dosdoğru yola iletirsin.” 

    Yemesi içmesi

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yemek konusunda seçici davranmaz, bulduğunu yerdi. En sevdiği yemek, sofrada fazla elin bulunduğu yemekti.

    Yemek sofraya konulduğunda, “Bismillah. Allahım onu, cennet nimetine birleştireceğin şükredilen bir nimet yap” derdi.

    Çoğunlukla yemek yerken namazda oturduğu gibi otururdu. “Ben sadece bir kulum; kulun yediği gibi yer, kulun oturduğu gibi otururum” buyururdu.

    Yemeği sıcakken yemez ve “Sıcak yemekte bereket olmaz. Allah bize ateşi yiyecek kılmadı, yemeği soğutun” buyururdu.

    Önünden yerdi. Yemeği üç parmağı ile yerdi, çok defa dördüncü parmağını yardımcı olarak kullanırdı. İki parmağı ile yemez ve “Bu şeytanın yiyiş şeklidir” buyururdu.

    Yiyeceği çoğunlukla su ve hurma idi. Sütle hurmayı birlikte yerdi ve onlara “En güzel yemekler” derdi.

    En sevdiği yiyecek et idi. Et hakkında, “Görmeyi artırır. Dünyada ve âhirette yemeklerin efendisi ettir. Eğer Rabbimden, bana her gün et yedirmesini isteseydim, yapardı” buyururdu.

    Mübah hiçbir yemeği ayıplamazdı. Hoşuna giderse yer, gitmezse bırakırdı. Kendisi yemese de başkasına onun kötü olduğunu söylemezdi.

    Tabağı sıyırır ve “Yemeğin sonu daha bereketlidir” buyururdu.

    Yemekten sonra şöyle dua ederdi:

    “Allahım, sana hamd olsun. Yedirdin ve doyurdun; suladın ve suya kandırdın. Sana hiçbir halde inkâra gidilmeyen, terk edilmeyen ve ondan uzak kalınmayan bir hamdle hamd olsun.” 

    Suyu üç aralıkla içerdi. Her birinde besleme çeker ve sonunda hamd ederdi. Suyun içine nefes vermez, bardağı ağzından uzak tutardı.

    Bir defasında kendisine içinde bal ve süt bulunan bir kap getirildi. İçmekten çekinerek, “İki içecek ve iki yemek bir arada, bu hoş değil” buyurdu ve sonra;

    “Onu haram kılmıyorum. Fakat (çok ve lezzetli) yemekle övünmeyi ve yarın dünyanın fuzuli nimetlerinden hesap vermeyi hoş bulmuyorum. Kim Allah için tevazu gösterirse Allah onu yüceltir” buyurdu.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem evindeyken çekingen davranırdı. Evdekilerden özel bir yiyecek istemez, canının çektiği bir şeyi onlara bildirmezdi. Önüne getirirlerse yer, verdiklerini kabul eder, sunduklarını içerdi. Yiyeceği ve içeceği şeyleri çok defa kalkıp kendisi alırdı.

    Giyim kuşamı

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem elbise olarak izar, rida, gömlek, cübbe ve diğerlerinden ne bulursa giyerdi.

    Yeşil elbise hoşuna giderdi. Ekseriyetle beyaz elbise giyerdi ve “Dirilerinize beyaz giydirin, ölülerinizi onunla kefenleyin” buyururdu.

    Savaş için kenarları işlemeli veya işlemesiz kaftan giyerdi. Atlastan kaftanı vardı. Beyaz teni üzerinde yeşil atlas çok güzel dururdu.

    Bazen tek bir elbise giyer, üzerinde başka bir şey bulunmazdı. Keçeden yapılmış bir elbisesi vardı, onu giyer ve “Ben ancak bir kulum, kulun (kölenin) giyindiği gibi giyinirim” buyururdu.

    Diğer elbiselerinden ayrı olarak cuma için giydiği iki özel elbisesi vardı.

    Çok defa tek bir izar giyer, üzerinde başka bir şey bulunmazdı. Uçlarını omzuna bağlardı, onunla insanlara cenaze namazı kıldırdığı da olurdu.

    Yünden dokunmuş siyah bir elbisesi vardı, onu birine hediye etti. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ;

    – Anam babam sana feda olsun, o siyah elbiseyi ne yaptın, diye sordu. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem;

    – Onu birine giydirdim, buyurdu. Ümmü Seleme;

    – Senin beyaz tenine o siyah elbisenin yakışmasından daha güzel hiçbir şey görmedim, dedi.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yüzük takardı. Çok defa dışarı çıktığında yüzüğünde bir şeyi hatırlamak için bağladığı bir ip bulunurdu.

    Mektuplarını yüzüğü ile mühürler ve “Yazılan yazıya (sahibini tanıtan) mühür basmak, (bu kime aittir diye) zan altında kalmaktan daha hayırlıdır” buyururdu.

    Sarığının altına başa atılan bir örtü kullanırdı. Bazen de sarık olmadan sadece örtü kullanırdı. Çok defa başındaki örtüyü önüne sütre olarak koyar ve ona doğru namaz kılardı. Bazen sarığı olmaz ve başına bir örtü bağlardı.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem elbise giydiğinde sağdan giyerdi. Yeni bir elbise giydiğinde, “Bana avret yerimi örttüğüm ve kendisiyle insanlar içinde süslendiğim elbiseyi giydiren Allah’a hamd olsun” diye dua ederdi. Elbisesini çıkartırken de sol tarafından başlardı.

    Yeni bir elbise giydiğinde eski elbisesini bir fakire verir ve şöyle buyururdu: “Bir Müslüman eski elbisesini sırf Allah rızası için bir Müslümana giydirirse, o elbise bir dirinin veya (kefen olarak) ölünün üzerinde bulunduğu müddetçe o kişi Allah’ın özel korumasında ve hayır içinde olur.” 

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin içi hurma liflerinden doldurulmuş, tabaklanmış deriden yapılmış bir yatağı vardı. Uzunluğu iki arşın civarında, genişliği ise bir arşın artı bir karış kadar veya ona yakın bir uzunlukta idi.

    Bir abası vardı, gittiği yere götürülür, ikiyi katlanarak altına serilirdi. Altında hiçbir şey olmadan, kuru hasır üzerinde de uyurdu.

    Topraktan yapılmış bir su kabı vardı. Ondan abdest alır ve su içerdi. Çocuklar Efendimiz’in yanına gelirler, eve girme konusunda kendilerine mani olunmazdı. Kapta su bulduklarında ondan içerler, bereket olsun diye yüzlerine ve bedenlerine sürerlerdi.

    Müsamahası ve affediciliği

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem insanların en halimi ve intikam almaya gücü yettiği halde affetmeyi en çok tercih edeni idi.

    Savaş halindeyken bir ara düşmanlar Müslümanların gafil bir anını yakaladılar ve içlerinden biri içeri sızarak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin istirahat buyurduğu yere kadar geldi. Elinde kılıçla baş ucunda durarak;

    – Şimdi seni benden kim kurtarır, diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem gür bir sesle;

    – Allah, deyince adamın elindeki kılıç düştü. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem hemen kılıcı alarak;

    – Şimdi seni benim elimden kim kurtarır? diye sordu. Adam da;

    – Gücü yetip yakalayanların en hayırlısı ol (beni bağışla), dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem;

    – Allah’tan başka ilâh olmadığına şahitlik et, dedi. Adam;

    – Bunu yapmam, fakat seninle de savaşmam. Ne seninle ne de seninle savaşanlarla birlikte olurum, dedi.

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem adamı serbest bıraktı. Adam arkadaşlarının yanına dönünce;

    – Ben insanların en hayırlısının yanından geldim, dedi.

    Hz. Enes radıyallahu anhunun naklettiğine göre Yahudi kadınlarından biri Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme zehirli koyun eti getirdi. Durum anlaşılınca kadın getirildi. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem bunu neden yaptığını sorunca kadın;

    – Seni öldürmek istedim, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem;

    – Allah senin bunu yapmana imkân vermez, buyurdu. Sahabiler;

    – Onu öldürelim mi, diye sordular. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem;

    – Hayır, buyurdu.

    Yine Yahudilerden bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme büyü yaptı. Cebrail aleyhisselam gelerek durumu haber verdi. Allah Resûlü yapılan büyüyü adamın sakladığı yerden çıkardı, ipin düğümlerini çözdü, böylece kendisinde bir hafiflik buldu (sihrin etkisinden kurtuldu). Ve bunu Yahudiye söylemedi, durumu kendisine hiç açmadı.

    O şöyle buyururdu:

    “Bana ashabımdan olumsuz bir şey aktarmayın. Ben sizin yanınıza selim bir kalple (herkes hakkında güzel düşünerek) çıkmayı seviyorum.” 

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin kızdığı ve razı olduğu yüzünden belli olurdu.

    Razı olmadığı durumlar karşısında sakalını çokça sıvazlardı. Hoşlanmadığı bir şeyi kimsenin yüzüne söylemezdi.

    Çölde yaşayan Araplardan biri, Mescid-i Nebevî’nin kum olan zeminine bevletti. Sahabiler adamı engellemek için harekete geçtiler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem; “Adamın bevlini kesmeyin” buyurarak onları engelledi. Adam işini bitirince yanına çağırarak şöyle buyurdu:

    – Bu mescitler pislik, bevil ve kaza-i hacet için uygun yerler değildir.

    Konuyla ilgili başka bir rivayette sahabilerine “İnsanları yaklaştırın, nefret ettirmeyin” buyurdu.

    Cömertliği

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem insanların en cömerdi, eli açık olanı idi. Ramazan ayı olduğunda esen rüzgâr gibi olur, elinde hiçbir şeyi tutmazdı.

    Hz. Ali radıyallahu anhu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin vasıflarını anlatırken derdi ki:

    “O insanlar içinde eli en açık olan, sıkıntılara karşı göğsü en geniş, en doğru sözlü, üstlendiği işi (emaneti, sözünü ve borcunu) en güzel şekilde yerine getiren, tabiatı en yumuşak, yakınlarına en çok ikramda bulunan biriydi. Onu ilk olarak gören kimse kendisinden çekinirdi, onunla birlikte olup yakından tanıyan ise severdi. Onu anlatan kimse, ‘Kendisinden önce ve sonra onun gibisini görmedim’ derdi.”

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendisinden dünyalık bir şey istendiğinde elinde varsa muhakkak verirdi. Bir şey istendiğinde asla “hayır, yok” dememiştir.

    Bir defasında yetmiş bin dirhem (gümüş para) getirildi. Onları bir hasırın üzerine koydu, sonra kalkıp taksim etti. Bitene kadar hiçbir isteyeni geri çevirmedi.

    Kendisine bir adam geldi, bir şeyler istedi. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem adama;

    – Şu anda yanımda bir şey yok. Fakat beni takip et, bize bir şey geldiğinde veririz, buyurdu. Bu sırada Hz. Ömer radıyallahu anhu;

    – Ey Allah’ın Resûlü, Allah Teâlâ sana gücünün yetmediğini yüklemedi, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun bu çıkışını hoş bulmadı. Bunun üzerine adam;

    – Sen ver. Arş’ın sahibinin malını azaltacağından korkma, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu söze tebessüm etti, sevinci yüzünde görüldü.

    Tevazusu

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yüce mevkiine rağmen insanların en mütevazisi idi. Küdame b. Abdullah b. Âmir radıyallahu anhu der ki: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi (hac mevsiminde) beyaz devesi üzerinde Akabe’de cemrelere taş atarken gördüm. Etrafında kimseye vurma, itme ve ‘yol açın’ diye bir uyarı yoktu. (Sıradan birisi gibi hac görevlerini yerine getiriyordu).”

    O, üzerine palan bağlanmış merkebe biner, bununla birlikte terkisine birini alırdı. Hastaları ziyaret eder, cenazelerin peşinden yürür, kölelerin davetine katılır, ayakkabısını diker, elbisesini yamar, evinde ailesinin ihtiyaçlarına yardımcı olurdu.

    Sahabiler, kendisi için ayağa kalkılmasından hoşlanmadığını bildikleri için Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem yanlarına geldiğinde ayağa kalkmazlardı.

    O, çocukların yanından geçerken onlara selam verirdi.

    Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme bir adam getirildi. Adam onun heybetinden titremeye başladı. Bunu gören Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem;

    “Sakin ol, ben kral değilim. Ben Kureyş kabilesinden kurutulmuş et yiyen bir kadının çocuğuyum” buyurdu.

    Sahabilerine katılır, onlardan biri gibi aralarında otururdu. Öyle ki bir yabancı geldiğinde hangisinin Allah Resûlü olduğunu bilmez, sormak durumunda kalırdı. Sonra sahabiler, dışarıdan gelenin kendisini tanıyacağı bir yere oturmasını talep ettiler. Bunun için ona çamurdan yüksekçe bir oturma yeri yaptılar, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de ona oturdu.

    Bir defasında Hz. Âişe radıyallahu anhâ Allah Resûlü sallallahu aleyhi veselleme;

    – Allah beni size feda kılsın, yemeği bir yere yaslanarak ye, bu senin için daha kolay olur, dedi.

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem başını önüne eğdi, sonra şöyle buyurdu:

    – Hayır, ben kulun yediği gibi yerim, kulun oturduğu gibi otururum.

    O, Allah Teâlâ’ya kavuşana kadar masada ve türlü tabaklarla donatılmış sofrada yemek yemedi.

    Ashabından veya onların dışından biri, kendisini çağırdığında, “Buyurun” derdi.

    İnsanlarla birlikte oturduğunda eğer onlar âhiretle ilgili konuşurlarsa birlikte konuşmaya başlardı. Eğer yeme içmeden bahsederlerse, dünya hakkında konuşurlarsa da onlara katılırdı. Bunu onlara eşlik etmek için ve tevazusundan dolayı yapardı.

    Ashab-ı kiram bazı zamanlarda Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin huzurunda şiir okurlar, Cahiliye günlerinin işlerinden bahsederler ve gülerlerdi. Efendimiz de onlara katılarak güler, söylenen şeyler haram değilse onları alıkoymazdı.

    Bunlar Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin üstün vasıflarından bir kısmı. Allah Teâlâ bizi onun emirlerine itaat etmeye ve işlerinde onu örnek almaya muvaffak kılsın. Âmin, yâ Rabbe’l-Âlemîn.