Kelime düşüncenin sesi veya resmidir. Söyleyince ses, yazınca resim olur. Mânâlar da bu ses ve resimlerin zihindeki yansıması. Mânâlar, hayatı ve dünyayı nasıl gördüğümüzü, göreceğimizi belirler. İşte, bu yüzden kelimeler sadece bir ses yahut resimdir. Onu anlamlı ve tesirli kılan mânâsıdır. Yani kelimenin içini nasıl doldurduğunuz, kelimeyi nasıl anladığınızla doğrudan alakalıdır. Mesela itikat kelimesini bütün itikatlar için kullanabiliriz. Oysa binbir çeşit itikat vardır ve bu itikatların ancak biri sahihtir. İtikat, bağlanmak demektir. Dünya uçurumunda savrulup gitmemek için sapmaz kopmaz bir imana bağlanmak… İtikadı sahih olan, doğruyu bulmuş, doğruya sarılmış, bağlanmıştır. İtikadı bâtıl olan ise ya sahih itikat zannıyla bâtıla sarılmış ya da selde sürüklenirken kendisiyle sürüklenen eşyalara tutunmaya çalışan adam gibi, yanında yöresinde ne varsa tutunmuştur. İtikat gibi inanç da öyledir. İnanmak -kelime olarak- inanılan şeyi doğru kılmaz. Eğer inanılan şey doğru ise inanç da doğru ve sahih olur. İnanılan şey bâtıl ise inanç da bâtıl bir inanç olur.
Eşyanın hakikati sabittir. Yani hakikat tektir. Çok olduğu bir vehimden ibarettir. Mesele vehim ile yakîni karıştıırılmış olmasıdır. Vehim, lügatte “Gerçekte var olmayan, fakat var olduğu sanılan, varmış gibi tasarlanan düşünce ve zan” demektir. Kısaca, yanlış düşünce vehimdir. Zan ise “Gerçeğini bilmeden ihtimal üzerine hüküm verme, bu yolda verilen hüküm”dür. Zan, doğru yahut yanlış olabilir. Zannedilen şey yanlış ise zan yanlış bir zannediştir. Doğru ise doğru. Yani zannın bir tarafı vehimdir, bir tarafı yakîn. Ancak zandan kurtulup yakîne ermek gerekir. Çünkü belirsizlik de haddizatında vehimden pay almış sayılır. Sadece arayış safhasında zan makamı menzillerden bir menzildir. Yoksa yakîne erdikten sonra tekrar zanna dönülmez. İman ile felsefenin arasındaki fark da buradadır. İman doğruyu görüp ona inanmak, güvenmek, teslim olmaktır. Felsefe ise sormayı, şüphe duymayı salık verir. Çoğu zaman vehimlerden müteşekkil bir dünyada gezdirdiği için de asla yakîne ulaştırmaz. Zaten böyle bir derdi de yoktur.
Hülâsâ yakîn üzere olmak zorundayız. Belki yakîne ermek kolay değildir. Bu yüzden ermiş olanları taklit bizi tahkike götürecektir. Kendi erememişlerin yoluna girenlerin sonu ise vehim bataklığı olacaktır. Sözü de özü de vehim olandan temizleyip yakîn olanla doldurmalı; ayne’l-yakîn, ilme’l-yâkin ve nihayetinde hakka’l-yakîn arzusuyla yürümeli, yaşamalıyız.