Akıl Allah Teâlâ’nın zatının varlığını bilir. Ancak zatının ve sıfatlarının hakikatini kavrayamaz. Zira akıl, benzeri olan şeyleri kavrayacak şekilde yaratılmıştır. Kulların mükellef olduğu konu da Yüce Zat’ın hakikatini bilmek değil, varlığını kabul edip emir ve yasaklarına uymaktır.
O’nun zatını bilmekten maksat zatının hakikatini bilmek değildir. Aksine zatının varlığını ve zatına ait sıfatları bilmektir. Ehl-i sünnet âlimleri Yüce Zat’ın ne olduğunu değil ne olmadığını söylemişlerdir. Bu konuda Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh “Allah Teâlâ’nın zatının hakikati hakkında bilinebilecek tek şey bilinemeyeceğini bilmektir” der.
Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine dair âlimlerimiz birçok yönden delil getirmiştir. Bu delilleri şöyle özetleyebiliriz:
Aklî deliller
Akıl bir yaratıcının varlığını zorunlu olarak kabul eder. Zira ortada bir olgu var ise akıl mutlaka bir olduranın var olduğuna hükmeder. Resim ressama, masa marangoza, altın bilezik kuyumcuya, yemek aşçıya, yastık mefruşatçıya, kitap matbaacının varlığına delalet eder. Bu delalet ise aklın gerekli kılması iledir. Dolayısıyla bir olgu varsa mutlaka olduran vardır. Kâinat da bir olgudur ve bir olduranı, yaratanı vardır.
Çiftçilik ile uğraşan birine âlemleri yaratanın varlığına dair delilin nedir diye sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Deve pisliği deveye, tezek büyükbaş hayvana, ayak izi yürüyenin varlığına işaret ederken burçlu semavat, dağlarla dolu yeryüzü, dalgalı denizler, bunları yaratan ilim, kudret ve azamet sahibi yaratana işaret etmez mi?”
İmam-ı Azam’ın inkârcılara yönelttiği “Bir gemi bile kaptansız ve tayfasız hareket etmezken koca âlem nasıl yaratıcısız olabilir?” sorusu aklî delil olarak yeterlidir.
Gaye ve nizam delili
Allah Teâlâ insana akıl vermiş ve aklını kullanarak insanı tefekküre davet etmiştir. Bu tefekkürlerin sonuç olarak gayesi, yaratanı bilmektir. İnsan sadece kendi sindirim sistemine baksa bu sistemi işleten birinin olduğunu anlayacaktır.
Yiyecekler nebatat ve hayvanattan oluşan şeylerdir. Bunlar da proteinliler, nişastalılar ve yağlılar gibi kısımlara ayrılır. İnsan ağzına aldığı lokmayı çiğnerken tükürük salgısı ile nişastalı ve şekerli maddelerin sindirimi başlar. Mide suyu proteinli besinleri sindirmede yardımcı olur. Safra ise yağlı yiyecekleri sindirmede kolaylık sağlar ve küçük parçalara ayırır. Beden bunlardan ihtiyacı olan kuvveti toplar. Bunlardan sonra pankreas gelir.
Pankreas dört ayrı sıvı salgılar. Üçü protein, nişasta ve yağlı yiyecekleri hazmettirir. Dördüncüsü ise safra olup sütü mayalama-peynirleştirmede kullanılır. Bu sistem her an şaşırmadan aksamadan çalışır. Bu sistemi düşünüp şu âyetin manasının karşısında haşyetle titremek gerekir: “Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın!” (Abese, 24)
Sindirim sisteminin yanında insan vücudunda görme, işitme gibi birçok sistem vardır. İnsanın vücut yapısı, konuşması, yürümesi… Bu sistemlere bakan kişi bunların yoktan yaratıldığını varlığının devam ettirildiğini ve tekrar yok edildiğini görecektir. “Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinde birçok alamet vardır.” (Zâriyât, 20-21)
Gökyüzünde de Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine işaret eden deliller çoktur. “Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Ra’d, 2)
Yeryüzünde de birçok delil vardır. Mesela bir çiçeğe baktığımızda göz alıcı renklerle ve mükemmel cezbedici bir şekilde yaratılmıştır. Bunun hikmetini botanik uzmanı birine sorduğunuzda size şöyle cevap verecektir: Bu renkler ve güzellikler arıyı cezbetmek içindir. Arı bunları görüp çiçekteki nektarı toplamak için çiçeğin üstüne konar. İğnesi ile bal toplarken çiçekteki tohumlar arının ayağına yapışır. Tohumlar erkek çiçekten dişi çiçeğe taşınır ve aşılama gerçekleşmiş olur. Bu şekilde güzel renkler ve cezbedici özellikte bitkiler ile hayvanlar arasında birleştirici bir rol oynar. Bu botanik bilimcilerinin çözebildiği bir sırdır. Bunun haricinde Yaratıcı’nın bizim bilmediğimiz nice sırları vardır…
Başka bir örnek de hava… Hava birkaç unsurdan oluşur. Bunların en önemlileri oksijen ve karbondioksittir. Oksijen faydalı, karbondioksit ise zararlı bir gazdır. İnsan oksijen soluyup karbondioksit verirken ağaçlar oksijen verip karbondioksiti emerler. Bu insan ile nebatat arasında uyumlu ve güzel bir düzendir. Öyle ki bu düzen bozulur veya aksarsa hayat biter.
Fıtrat delili
Fıtrat delili ise yaratılışta insanların içine yerleştirilmiş olan Yaratıcı’ya inanma ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı insanlar bastırmaya çalışsa da yaratılışta vardır. İmam Cafer es-Sâdık’ın Yaratıcı’yı inkâr eden biri ile arasında şöyle bir konuşma geçer:
İmam, “Gemi yolculuğu yapıp denizdeki değişik hâllere şahit oldun mu?” diye sorar. Adam, “Evet, bir gemi yolculuğunda korkunç bir fırtına çıktı. Dalgalarda gemi parçalandı ve alabora oldu. Gemide bulunanların tamamı boğuldu. Ben de gemiden kopan bir tahta parçasına tutundum. Dalgalar beni kıyıya ulaştırdı” dedi. İmam, “Bu hâlde iken kurtulma ümidin var mıydı?” diye sordu. Adam “Evet” dedi. İmam, “Bu hâldeyken kimin seni kurtaracağını ümit ediyordun?” diye sordu. Adam cevap vermedi. İmam, “İşte seni bu hâlden kurtaracağını ümit ettiğin zat Yüce Yaratıcı’dır” dedi.
Malumunuz, düşen uçakta ateist bulunmaz derler. Kurtulmayı ümit etmek insani bir duygudur. Düşen uçakta bulunanlar tam bir korku hâlindedir fakat herkes bir ümide sarılır. Bir uçağın düşmesi gibi bir felaketin içinden birinin kendilerini kurtarmasını ümit ederler.
Allah Teâlâ’dan cümlemize kâmil iman ve sebat niyaz ederim. Tevfik ve inayet O’ndandır.