Saltanatın 1 Kasım 1922’deki ilgasının ardından son Osmanlı Padişahı Vahdeddin Han 16/17 Kasım 1922 gecesi yurdu terk etmişti. Bu haberin Ankara’ya ulaştığı gün toplanan Büyük Millet Meclisi’nde Konya mebusu Vehbi Efendi’nin fetvası ve oy çokluğuyla Vahdeddin Han hilafetten hal edildi. Bunun ardından Sultan Abdülaziz’in ortanca oğlu olarak 29 Mayıs 1868ʼde İstanbul’da dünyaya gelen Şehzade Abdülmecid’in halifeliği meselesi gündeme geldi.
Saltanatsız halifeliğin adayları
Ancak Büyük Millet Meclisi’nde yapılacak halife oylamasında iki aday daha vardı. Bunlar, Sultan 2. Abdulhamid Han’ın en büyük oğlu Şehzade Mehmet Selim Efendi ve yine onun oğullarından Şehzade Abdürrahim Efendi’ydi.
18 Kasım 1922 günü mecliste başlayan tartışmalar, İstanbul’da bulunan şehzadelerin kulaklarına bölük pörçük haberler şeklinde geliyordu. Yaşı ve tecrübesi sebebiyle genel tercihin Şehzade Abdülmecid’den yana olacağını kestirmek zor değildi. Saatler yağmurlu bir şafağa uzanırken, Şehzade Mehmet Selim Efendi telgraf başında geçen sıkıcı saatlerin sonunda zihninde oluşan genel tablodan rahatsız hâlde, Abdülmecid Efendi’nin Üsküdar İcadiye’deki köşküne gitmek için muhafızlarıyla birlikte Beşiktaş’taki konağından ayrıldı.
Şehzade Abdülmecid Efendi sabah ezanından hemen sonra gelen ve ‘Kardeşim’ diye hitap ettiği Mehmet Selim Efendi’yle birlikte namazı kıldıktan sonra selamlıkta hazırlanan kahvaltı masasına geçti. Mavi gözleri çakmak çakmak alevlenmiş Abdülmecid Efendi, “Hayırdır inşallah kardeşim” diye sordu. “Sen ki Abdülhamid gibi bir ulu cihan sultanının oğlusun. Şimdi bu hâlin ve tedirginliğinden ne mana çıkarmalıyım?”
Şehzadelerin görüşleri
Babasını andıran ağır kapaklı gözlerinde sabırlı bir ifadeyle, “Meclis sabaha kadar çalışmış ağabey” dedi Şehzade Mehmet Selim.
“Bu gayet doğal.” “Mesele şu ki, halife siz seçileceksiniz ağabey ve bu hiçbirimiz için bir sürpriz değil kuşkusuz.” “O kadar emin olma kardeşim!” “Ağabey, dinleyin lütfen, size saltanatsız, taçsız ve tahtsız bir hilafet makamı önerecekler.” Şehzadenin gözlerinde kederli bir ışık kırıldı, “Saltanat bu ayın başında kaldırıldı Mehmet. Elden ne gelir?”
“Önceden kararlaştırdığımız gibi davranacağından emin olmak istiyorum ağabey. Teklifi padişah olmak şartıyla kabul etmelisin! Meşrutiyet sistemine geri dönülmeli ve ailemiz hak ettiği makamı geri almalı! Saygınlığınız ve tecrübenizle bunu başarabilirsiniz! Bir işaretinizle tüm Mısır, Hindistan ve Hicaz uleması yanınızda yer alacak ve Ankara’ya baskı yapacaklardır. Halen dominyonlarının derdindeki İngilizler dahi bu işin arkasında dururlar. Aksi hâlde yüzlerce yıllık bu ulu hanedanın akıbeti karanlıktır! Sizden tek istediğimiz, İslâm ve ailemiz adına dirayetli bir duruş sergilemenizdir!”
Şehzade Abdülmecid, kapıda bekleyen uykulu yardımcılarından birine işaret etti ve adam elinde bir telgraf metniyle yanlarına geldi. Abdülmecid Efendi, kâğıdı alıp amcaoğluna uzattı, “Hele şunu oku!”
“Nedir bu?” diyerek kâğıdı aldı Mehmet Efendi. “Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da bulunan Refet Paşa’ya gönderdiği şifreli telgraf. Birtakım şartlar ileri sürmüş.”
Halifeden istenenler
Şehzade Mehmet Selim, buğulu camlardan vuran sabahın soğuk ışığında şu satırları okudu:
- Abdülmecid Efendi yalnız Halife-i Müslimin unvanını kullanacak ve bu unvana başka sıfat ve kelime ilave etmeyecektir.
- Yeni halife bütün İslâm âlemine yayınlayacağı beyannamede, hilafet makamına getirilmesi dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sarahaten beyan-ı memnuniyet edecektir.
- Memleketi terk eden son Padişah Vahdeddin Han’ın bu hareketi ayıplanacak, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun (Anayasa’nın) 10. maddesine kadar olan kısmı zikredilmek suretiyle Büyük Millet Meclisi hükümetinin mahiyetiyle idare usulünün Türkiye ve bütün İslâm âlemi için faydalı olduğu ve olacağı bildirilecektir.
- Türkiye milli halk hükümetinin geçmiş hizmetleri ve bugünkü çalışma tarzı hakkında takdirane bir dil kullanılacak ve bu beyannamede yukarıdaki hususlardan başka, siyasi sayılabilecek bir fikir dermeyan edilmeyecektir.
- Abdülmecid Efendi bu esaslar dâhilinde hazırlayacağı beyannameyi evvela Refet Paşa’nın tavassutu ile Ankara’ya bildirecek ve bu beyanname Ankara’nın onayından sonra yayınlanacaktır!
Büyük bir hayal kırıklığıyla, “Kabul ettiniz demek” dedi Mehmet Efendi. “Saltanat gitti kardeşim, hilafeti kurtarmak makamındayız! Bundan daha önemli hiçbir şey yok! Aksini zorlarsak, Allah esirgesin halifeliği de kaldırabilirler!” “Hiçbir karşı şart ileri sürmediniz mi?” “Bir de şunu oku” diyerek ikinci bir metin uzattı Abdülmecid Efendi.
Şehzade, gelen şifreli telgrafa cevaben Refet Paşa’ya ‘Halife-i Müslimin’ unvanının yanında ‘Hâdimü’l-Harameyn’ unvanının da kullanılmasının ve Cuma selamlığında hilat giyip Sultan Fatih’e ait bir sarık sarmasının muvafık olacağını bildirmiş, ayrıca yayınlayacağı beyannamede Vahdeddin Han hakkında kötü bir şey söylemeyeceğini iletmişti.
Sona doğru
Şehzade Mehmet Selim Efendi’nin konağa teşrifinden kısa bir süre evvel ise Ankara’dan yeni bir telgraf daha gelmişti. Abdülmecid Efendi’nin ‘Halife-i Müslimin’ unvanı ile beraber ‘Hâdimü’l-Harameyn’ unvanının da kullanılmasına izin verilmiş, fakat Cuma selamlığında hilat giyip sarık sarması uygun görülmeyip redingot ve istanbulin giyilmesi istenmiş ve yayınlanacak beyannamede Vahdeddin’in adı zikrolunmaksızın, şahsiyyet-i maneviyesinin ve onun zamanındaki olayların fecaatinin bildirilmesi lüzumu bildirilmişti.
Terli avuçlarında buruşan kâğıtları usulca masaya bırakarak ayağa kalktı Şehzade Mehmet Selim ve tarihe geçecek o meşhur sözünü işte bu sırada söyledi: “Şayet böyle bir makamı kabul ederseniz dahi bu ikbaliniz pek geçici olacak ve çok geçmeden selefiniz Mehmet Vahdeddin Han’dan daha feci bir akıbete uğrayacaksınız!”
Mehmet Selim Efendi yanılmadı. Abdülmecid Efendi’nin hilafeti ancak bir yıl, üç ay, on dört gün sürdü. 3 Mart 1924 günü hilafetin ilgası ve hanedanın sürgün kararı çıkarıldı. Halife, aynı gece konağına gelen İstanbul Valisi Haydar Bey ve Polis Müdürü Sadettin Bey tarafından ailesiyle birlikte derhâl toparlanmaları hususunda ikaz edildi.
Halife ve ailesi, halkın galeyana gelmemesi için ertesi sabahın erken saatlerinde gizlice Dolmabahçe Sarayı’ndan alınarak otomobil ile Çatalca’ya götürüldü. Burada bir süre Rumeli Demiryolları Şirketi’nin amiri tarafından ağırlandıktan sonra Simplon Ekspresi’ne (eski Şark Ekspresi) bindirildiler ve hanedanın geri kalanı gibi bir daha doğdukları toprakları görememek üzere bir bilinmeze gönderildiler.