İçeriğe geç

Aramıza Şeytan Girmesin

    Bugün kimin kuyusunu kazsam, nereden çalıp çırpsam diye düşünenlerin çoğaldığı bir dönemde yaşıyoruz. Böyle bir ortamda harama bulaşmamak için kılı kırk yaran müminlerin güvenilir ve işin ehli ticarethanelere ihtiyacı var. Mevcut şartlarda böyle müesseseleri hayata geçirmek de genellikle ortaklıkla mümkün. 

    İki veya daha fazla kişinin sermaye, emek veya itibarlarını birleştirdikleri ticarî kuruluşlara ortaklık ya da şirket diyoruz.Rivayet odur ki, eskiden fakir bir köylünün bir çift öküzü varmış. Bunlarla tarlasını sürer, kıt kanaat geçinip gidermiş. Öküzlerden biri ölmüş. Tek öküzle de çift sürülmez. Köylü toprak ağasına gidip yalvar yakar bir öküz parası istemiş. Ağa köylüye; “Öküzün parasını ödeyinceye kadar hayvan ortak malımız sayılacak. Elli dönüm tarlamı süreceksin, ağılıma bakacaksın, harmanda yardım edeceksin” diyerek ağır şartlar ileri sürmüş. Köylü şartları çaresiz kabul etmiş ama adeta ağanın kölesi olmuş. Üç yıl geçtikten sonra bedelinin yarıdan fazlası ödenen öküz, ağır işlere dayanamayıp ölmüş. Fakat ağa, köylüye angarya işlerini yaptırmaya devam etmek istemiş. Sabrı tükenen köylü, “Ağam, gayrı öküz öldü, ortaklık bozuldu!” deyip ağanın zulmünden kurtulmuş.Bahsi geçen köylünün bu sözünü bugün hâlâ kullanıyoruz: “Öküz öldü, ortaklık bozuldu.” Bu hikâye de söz de ortaklığın hem zorluğunu, hem kırılganlığını ifade ediyor.Ortaklığın zor yönleri olsa da birlik ve beraberlikte, omuz omuza vermekte bereket vardır. Niyetleri sağlam, muameleleri düzgün kişilerin ortaklıkları daima hayırlara vesile olur.

    Doğru temeller güzel emeller

    İki girişimci kafa kafaya verip, imkânlarını birleştirip piyasada karşılığı olacak bir üretim üzerine teşebbüse geçseler, bütün süreçler boyunca da bütün teknik detayları dikkate alarak işin hakkını verseler, bizce yine de her şey tamam değildir. Çünkü İslâm’ın en çok üzerinde durduğu hususlardan biri ticaret ve ortaklıktır. Ekonomik düzenin zulme dönüşmemesi, toplumun ifsada uğramaması için şeriatın koyduğu sıkı kurallar vardır.Şu halde ortakların önce hem girişimde bulunacakları alan üzerinde hem işleyişin nasıl olacağı hususunda fıkhî açıdan bir değerlendirme yapmaları, bilmediklerini bu konulara vâkıf kimselere sormaları gerekir.Kurulacak şirketin fıkıhta hangi başlık altına girdiği araştırılıp öğrenilmelidir. Sermaye ve iş gücü planlamaları buna göre seçilmelidir. Ki ortaklığa haram para, haksızlık, adaletsizlik veya sonradan oluşabilecek bir huzursuzluk girmesin. Hz. Ömer radıyallahu anhunun şu sözü unutulmamalı: “Buralarda ancak dinin hükümlerini iyi bilenler ticaret yapsınlar; yoksa bilmeden faiz yer, harama düşerler.”İslâm hukukunda ortaklığın meşru kılınmasının hatta özendirilmesinin hikmetlerinden biri sermayeyi büyütüp istihdamı artırmaktır. Bu sayede büyük paralar âtıl şekilde bir yerlerde yığılıp, ekonomik sistem için bir manipülasyon aracına dönüşmez. Aksine, daima dolaşım halinde ekonomiye can verir. Hak hukuk bilen ortaklar, sağlam kurulmuş ortaklıklar hem topluma hem devlete katkı sağlamış olurlar. Sermaye bulamayan kabiliyetli gençler iş gücü ortaklığı ile üretime katılır, âtıl kaynakları işletirler.Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem, bir kudsî bir hadis-i şerifte Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu haber veriyor: “Ortaklık kuran iki kişiden biri diğerine hainlik yapmadığı sürece üçüncüleri benim. Ne zaman ortağına ihanet ederse aralarından çıkarım.” (Sünen-i Ebî Davud) Bir diğer rivayette “birbirine hainlik edenlerin arasına şeytan girer” buyurulmuştur. Hak Teâlâ’nın ortak olması mecazîdir. Ortaklara ve birlikte yapılan işe bereketini, rahmetini ve hayrını ihsan etmesi anlamındadır. Allah Teâlâ’nın aradan çekilmesi de mecazîdir. Bereketin ve rahmetin kaybolması demektir. Araya şeytanın girmesi ise kin, haset, anlaşmazlık ve düşmanlık gibi kötü durumlara işaret eder.

    Hayırlı bir ortaklık için

    Ortaklığın en güzel örneklerinden biri Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yaptığı ortaklıktır. İlki gençlik yıllarındadır. Ticaret hakkında bilgili ve yetenekli olduğu halde sermayesinin bulunmadığı zamanlarda, zengin bir hanım olan Hz. Hatice radıyallahu anhâ vâlidemizin ticaretine bilgi ve becerisini katarak ortak olmuştur. Bir diğeri de Hz. Sâib radıyallahu anhu ile yaptığı ortaklıktır. Sâib radıyallahu anhu Mekke-i Mükerreme’nin fethi günü Resûlullah sallahu aleyhi vesellemin huzuruna gelerek “Ya Resûlallah, beni tanıdınız mı?” diye sormuş, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de “Seni nasıl tanımam. Sen benim ortağımdın. Sen hayırlı bir ortaktın. Ne müdâra eder (yapmacık davranır) ne de münakaşa ederdik”buyurmuştur. İslâmî usullere uygun ortaklıklar aradan yıllar geçmesine rağmen birbirini hayırla yâd etmeye vesile olur. Para kadar itibar, dost ve güven de kazandırır.Temelinde saygı ve güven olan ortaklıklar büyür, nasiplerinde varsa kâr ederler. Fakat hırs ve haset üzerine kurulu ortaklık kalbi ifsat eder. Ortaklar arasındaki güveni yok eder. Böyle işletmeler de çoğu zaman dağılır gider.Hayırlı bir ortak olabilmek için samimiyet, dürüstlük, nezaket gibi vasıflar büyük önem arzeder. “Bizi aldatan bizden değildir”hadis-i şerifi gereğince hareket etmeli, gizli kaçak işlere, arkadan dolanmaya tevessül edilmemeli, güvenilir bir ortam tesis edilmelidir. Güvenilir bir ortam için önce her şeyin net ve açık olması, ayrıca kayıt altına alınması gerekir. “Hallederiz ağabey”, “sözüm senettir”, “bana güvenmiyor musun” gibi sözleri ticarette çok duyarız. Elbette Müslümanın sözünün söz olması gerekir, fakat bu tavır istismara son derece açıktır. Ayrıca insan unutkandır ve menfaat, imanı zayıf kişiler için ağır imtihandır. Bu sebeple şeriat, bütün alacak vereceklerin, hesapların kayıt altına alınmasını emreder. Resûlulllah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin resmî belgelerini Zeyd b. Sabit radıyallahu anhu gibi kâtipler kaydederdi. Yine Bakara suresi 282. ayet-i kerimede: “Belirlenmiş bir zamana kadar bir borç ilişkisi kurduğunuzda bunu yazın”buyurulmaktadır. Bu emirle İslâm, hile ve ihtilaftan uzak bir ortam hazırlayarak kişileri güvence altına alır.Ortaklığın temel hususlarından biri de ortakların birbirinin haklarına riayet etmesidir. Ne kendi malına ne de ortağının malına haram sokmamalıdır. Her zaman birbirlerinin maddi ve manevi iyiliğini düşünmelidir. Ayet-i kerimede Hak Teâlâ şöyle buyuruyor: “Mallarını birleştirmiş ortaklardan bazıları, diğerinin hakkına tecavüz eder durur. İman edip sâlih amelleri işleyenler hariç. Bunlar ise ne kadar azdır.”(Sâd 24)

    Altın kural istişare

    Yönetici ve liderlerin, özellikle beraber yola çıkan ortakların başarıya ulaşabilmesi için kibir ve ihtiraslara gem vuran “istişare” sünnetine sarılmaları çok önemlidir. Çünkü insan tek başına kalınca türlü vesveselerle aldanabilir. Böyle durumlarda aldığı kararlar da isabetli olmayabilir, olsa bile çeşitli manevi marazlara yol açabilir. Ayrıca “akıl akıldan üstündür” denilmiştir. Yaratılanların akıl ve zekâ yönüyle en mükemmeli olan Hazreti Peygamber sallahu aleyhi ve selleme dahi müşavere yani fikir alışverişi emredilmiştir. Ebû Hüreyre radıyallahu anhu, Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden daha çok ashabıyla istişare eden kimse görmediğini söylemiştir.İstişarenin mantığı “yayı ustasına, işi ehline vermek”tir. Buna en güzel örnek, Hendek Savaşı’nda Selmân-ı Farisî radıyallahu anhunun kalabalık müşrik grubuna karşı hendek kazma fikrini sunmasıdır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem daha önce Hicaz’da hiç görülmemiş bu fikri beğenmiş ve uygulamıştır. Böylece sayı ve teçhizat bakımından üstün müşrik ordusu durdurulmuştur.Hakkında kesin bir bilginin ya da verinin olmadığı durumlarda istişare ile en isabetli görüş seçilebilir. “Kalabalıkların bilgeliği teorisi” tam da bunu anlatır. Teoriye göre, 100 kişiden, içinde 500 misket bulunan bir kavanozun içindeki miktarı tahmin etmeleri istenir. Cevaplar içinde çok az ya da çok yüksek miktarlar da vardır. Fakat yüz kişinin cevabı toplanıp yüze bölününce gerçeğe yakın bir miktara ulaşılmıştır. Yani yüz kişinin ortak fikri doğruya en yakın olandır.Bugün kimin kuyusunu kazsam, nereden çalıp çırpsam diye düşünenlerin çoğaldığı bir dönemde yaşıyoruz. Böyle bir ortamda harama bulaşmamak için kılı kırk yaran müminlerin güvenilir ve işin ehli ticarethanelere ihtiyacı var. İnanmayanların dünyevî çıkarlar ve bâtıl davalar uğruna yaptığı ortaklıklara ve kurduğu şirketlere bakıp ibret almalı, hayırlı amaçlarla daha iyisini yapabilmek için gayret etmeliyiz. Müslümanız. Yani insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimseleriz. Resûl-i Ekrem Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bizi böyle tarif ediyor. Bu vasfımızı evimizden işimize, ilişkilerimizden ticaretimize kadar yapıp ettiğimiz her şeyde en güzeli ve en iyiyi arayarak hayata geçirebiliriz.