Mutsuz, huzursuz, umutsuz… Depresyonla baş etmek zorunda kalan insanların belki de en çok hissettiği duygulardır bunlar. Derin bir üzüntünün eşlik ettiği bu duygulara motivasyon eksikliği, hiçbir şeyden zevk alamama gibi sorunlar da eklenince hayat yaşanmaya değer bulunmaz ve kişi kendi kabuğuna çekilir. Böylece evden hatta yataktan çıkmadan, bazen yemek bile yemeden geçen günlerde yaşam belirtisi sadece nefes almaya indirgenir.
Depresyon kişiyi hayattan bu derece derin bir kopuşa sürükleyebildiği gibi kendini çok belli etmeyen bir seyir de gösterebilir. Kişi işe-okula gider, evdeki günlük sorumluluklarını yerine getirir hatta arkadaşlarıyla görüşerek sosyal çevresiyle de irtibatını devam ettirir ama hayattan, çevresindekilerden beklentisi sıfır derecesindedir. “Gülümseyen depresyon” diye tanımlanan bu rahatsızlık, daha çok duygularını belli edemeyen kişilerde görülüyor. Ancak açığa çıkamayan duygular, iştah azlığı, uykuya dalamama veya cilt problemleri gibi fizyolojik belirtilerle bir şekilde kendini ifade yolu buluyor.
Boyutu ve belirtileri ne olursa olsun depresyon, evlilik ilişkilerini yıpratan önemli etmenlerden biridir. Ancak çoğu kişi eşinin depresyonda olduğunun farkında değildir. Depresyonun gri bulutları sadece bu ruh halinden sıyrılamayan kişiyi gölgelemez, eşini ve hatta çocuklarını da o kasvetli iklimin içine çeker. Karşılıklı ilgisizlikle baş gösteren sorunlar zamanla büyük tartışmalara kapı aralar. Sonra da sessizlik başlar.
Kişiler evlenmeden önce depresyona girip bunu ister istemez evliliğe yansıtabildiği gibi evlilikte yaşadığı sorunlar nedeniyle de depresyona girebiliyorlar. Evlilik sonrası depresyona neden olan faktörler ise evlilik stresi başlığı altında toplanıyor. Eşle yaşanan iletişim sorunları, tekrarlanan ve dolayısıyla kronikleşen hatalar, suçlama, ilgi eksikliği, yalnız bırakılma, sorumlulukların fazlalığı veya karşı tarafın kendi sorumluluklarını yerine getirmemesi gibi faktörler evlilik kaynaklı depresyonun nedenleri arasında sayılıyor.
Eşi Kendi Haline Bırakmak
Eşlerin kendi aralarında sağlıklı bir diyaloğa sahip olmamaları depresyonu başlattığı gibi büyümesine de sebep. Birbirinin istek ve ihtiyaçlarına kayıtsız kalınan ilişkilerde evlilik doyumu düşerken evliliğe dair umutlar da tükeniyor. Eşi depresyona iten sorunlar çözülmedikçe de yaşanan olumsuzluklarda düzelme görülmüyor. Çiftler ayrılmasa bile herkesin kendi dünyasında yaşadığı, karşı taraftan beklentisini en aza indirdiği, adı evlilik olan ancak iki yalnızı aynı evde yaşatan bu ilişki “Ben artık onu kendi haline bıraktım” cümlesiyle özetleniyor. Oysa ilişkideki tıkanıklığı açacak tutum bunun tam tersi. Yani beklentileri de ihtiyaçları da rahatsızlıkları da dile getirmek.
Eşle ilgili olumsuz durumların artık peşini bırakmak ve koşulların değişmeyeceğine dair bir inanışı kabul etmek, sorunlar karşısında kendini korumaya almak ya da sabretmek şeklinde benimsenir. Ancak bu tutum hem kişinin kendine hem eşine zarar verir. Var olan soğukluğu besler. Depresyonda olan eşi içinde bulunduğu hal ile başbaşa bırakırken, bu sorunun yansımalarıyla baş etmeye çalışan eşin yükünü ve dolayısıyla tükenmişlik duygusunu arttırır. Ayrıca anne baba arasında olması gereken iletişimin bazen sevgi ve neşe, bazen de tartışma ve çözüme ulaşma gibi sonuçlarını görmekten mahrum kalan çocuklarda aile bilincinin gelişmesine engel olur.
Evliliğin Depresyon Tedavisinde İşlevi
Araştırmacılar evlilik ve depresyon arasında ilginç bir bağ keşfetmişlerdir. Evlilik, strese neden olan yönleriyle depresyonu başlattığı gibi aynı yönüyle çözüm için de önemli bir görev üstleniyor. Üstelik kişilerde evlilik öncesi başlayan depresyonda bile evlilik ilişkisinin iyileşmeye güçlü bir destek olduğuna dair sonuçlar elde edilmiş durumda. Depresyon tedavisinde başat unsurlardan biri olan sosyal destek, evlilik içerisinde doğal olarak sağlanmış oluyor. Az önce sözünü ettiğimiz eşini kendi haline bırakmama, sorunu dile getirip çözüm talep etme, bazen tartışmayla dahi olsa yaşananlar hakkında konuşma depresyondaki kişiyi “Ne yapabilirim?” sorusuna yöneltmesi açısından önemli. Bu noktaya ulaşmak içinse biraz rahatımızın kaçması gerekiyor.
Evlilik problemlerinin çözümü için başvurulan çift terapilerinin depresyon tedavisinde etkin olduğu biliniyor. Bunun sebebi, normalde kendi iradesine kalsa terapi gibi çözüm yollarına başvuracak motivasyonu olmayan kişinin, eşinin “Bu böyle olmaz” talebiyle mecburen terapiye katılması, reçetelenmiş ilaçlarını almaya ikna edilmesi. Terapide ilişkiye dair sorunlar açıklığa kavuşturulurken depresyondaki eşin kendiyle ilgili çözüm noktalarına da ulaşması.
Hasılı evliliklerde sessizce sabretmek sandığımız pek çok tutum aslında bir tükenmişliğin sonucu olarak kıpırtısızlığa, duygusuzluğa teslim olmak anlamına gelebilir. Başka türlüsünü yapmayı beceremediğimiz için sabretmek, idare etmek şeklinde kendimize bir konfor alanı belirleyip orada bir şeylerin düzelmesini beklemek doğru değildir. Elbette her sorunda hiç sabretmeyip hemen parlayıp kavgaya tutuşmayı kastetmiyoruz. Ancak bazı kronik sorunları “Böyle gelmiş böyle gider” diyerek boş vermek, bizim için kolay ama evliliğimiz için son derece sıkıntılı bir tutumdur. Bu boşvermişliğe kapılmak yerine harekete geçmek her durumda hepimize hayır getirecektir, yeter ki niyetimiz iyiye ve güzele ulaşmak olsun, yuvamızın saadeti olsun.