İçeriğe geç

Okumaktan Mana Ne?

    okumak

    Dün akşam okuduğum kitapta Avustralya yerlileri olan Aborjinlerin bir sözü dikkatimi çekti: “Hepimiz bu zamanda ve mekanda ziyaretçiyiz. Buradaki amacımız gelişmek, gözlemlemek, öğrenmek ve sevmektir. Sonra yuvaya döneceğiz…” Okuma yazma bilmeyen hatta ilkel diye tanımlanan bu insanların hayat yolculuğumuzu böylesine güzel özetlemiş olması şaşırtıcı değil mi? Aslında değil; çünkü doğumla ölüm arasında bu dünyadan geçen bizler, gözlerimizi açtığımız andan itibaren muazzam bir keşif mekanizmasıyla yaşıyoruz. Her gün içimizde sayısız merak tomurcukları filizleniyor. Eşyanın hakikatine ulaşmak isteyen insanoğlu için anlam arayışı da tam burada başlıyor ve hakiki muhatabını buluyor.

    Varlığını anlamlandırmak isteyen insan ancak yüksek bir farkındalıkla yaşamın derinliklerine dair soruların peşine düşebilir. Bu da insanın yeryüzü hikayesinde kendini, evreni anlama ve tanımlama çabasının aslında fıtri bir arayış olduğunu gösteriyor. Kendimizden biliyoruz, insan yaratılış itibariyle öğrenmeye heveslidir. Yüce Yaratıcımız ilk insan olarak Hz. Adem’i tanıtırken ona eşyanın isimlerini öğrettiğini bildirmiştir. Mücella kitabımızın ilk inen ayetlerinde de Allah’ın insana bilmediğini öğrettiği vurgulanmış ve okumak bir emir olarak insanın aklına ve kalbine nakşedilmiştir. Kaleme ve yazdıklarına yemin edilmiş, bilenlerle bilmeyenlerin asla bir olmayacağının altı çizilmiştir. Bilginin ve öğrenmenin temeli ise önce kişinin varlığını anlamlandırmasından ve kendini idrak etmesinden geçer.

    Kendini bilen Rabbini bilecektir ve Rabbini bilen varlık, tüm varoluşsal sorularının doğru cevabını bulacaktır. Buradan bakınca, vahyedilen “Oku” emrinin, Yüce Rabbimizin kendini insanlığa açmasıyla yakın ilişkisini görmemek mümkün değil. Rabbimiz, bizleri muhatap kabul ederek bazı amaç ve sorumluluklarımızın olduğunu gösteriyor bize. Bu ise kendine dair bir şuur kazanmayı gerekli kılıyor, kendini idrak etmeyi. Bu idraki, Şeyh Galip “Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen, merdum i dide-i ekvan olan ademsin sen” (Kendine iyi bak, alemin özü sensin) diyerek mısralarına dökmüştür.

    Bize göre bilgi edinmenin amacı; hakikati kavramak, hayatı istikamet üzere yaşamak, yeryüzünde imar ve ihya faaliyetini sürdürmektir. Bundan dolayıdır ki dinimizce öğrenmenin peşinde olmak bir ibadet olarak görülmüştür. Bilginin neticesi ise güzel ahlaktır. Hikmetle süslenen, davranış güzelliğine dönüşen, Rabbimizin muradına eriştiren her bilgi dinimizce muteber sayılmıştır. Akıl ile kalbin, bilgi ile hikmetin bir arada olduğu, insanı sorumluluk duygusuyla buluşturan bilginin ancak hakikate işaret edebileceği vurgulanmıştır.

    Bilgi Denizinde Boğulmamak İçin

    Atalarımız bilgiye bu zaviyeden yaklaşmış, nasibini o yönde almışken bizler bilgi çağı diye tanımlanan 21. yüzyılın dünyasında, bilgi bombardımanı altında kaybolmakla malulüz. Dünyanın neresinde olursak olalım bir tıkla sayısız bilgiye ulaşabiliyor ve sorularımıza yanıt bulabiliyoruz. Müspet ya da menfi pek çok bilgiye ulaşabilmek ise iyi ve kötünün savaşında yönünü belirlemeyi zorlaştırıyor. Ayrık otlarıyla dolu olan bir tarladaymışız gibi… Nasıl ki tarlayı ayrık otlarından temizlemek için işlemek gerekiyorsa bilgi kirliliğinden oluşan bu dehlize düşmemek için de güvenilir kaynaklara ve yöntemlere ihtiyaç duyuyoruz. İrfandan, güzel ahlaktan soyutlanmış bilgiyi öğrenmenin, yeryüzünün öznesi olan insana hakiki manada faydası dokunmadığını tecrübe ediyoruz. Bilgi çağıyla geldiğimiz noktada sahih kaynaklara ve doğru okumalara her zamankinden daha muhtaç olduğumuzu görüyoruz. Hasılı doğru ile yanlışı ayırmamızı sağlayan, kalbimizin derinlikleriyle irtibatımızı arttıran, kainatı daha iyi okumamıza vesile olan; inanma, güvenme, şükretme, sığınma gibi psikolojik ihtiyaçlarımıza da cevap bulabileceğimiz vahyin izinde bir ilme talip olmamız gerekiyor.

    Burada, Efendimizin “Faydasız bilgiden Allah’a sığınırım” duası geliyor aklıma. Çünkü bu dua, “Okumanın ve öğrenmenin manası ne?” sorusuna bir taraftan cevap verirken bir taraftan da bize bir anlayış kazandırıyor. Yüce Rabbimizin, anlam yolculuğumuzda bizi yalnız bırakmadığını ve elimize kavi bir kılavuz bıraktığını söylüyor. O halde bilgi denizinde boğulmamak için Kur’an ve sünnet ışığında hayatımıza yön vermeli ve arayışımızı doğru kulvarlarda şekillendirmeliyiz. Çünkü ziyaretçisi olduğumuz bu dünyada, yaratılış gayemize uygun, anlamlı bir yaşam haritası oluşturmak ancak bu şekilde mümkün.