İçeriğe geç
Ana sayfa » Kişisel Gelişim » Derviş Nedir?

Derviş Nedir?

    Farsça bir kelime olan “derviş”in hangi kökten geldiğine dair muhtelif rivayetler vardır. Bunlar “kapı önü” anlamına gelen “der-pîş”, “aramak ve istemek” anlamındaki “der-yûz” ve “inci gibi” anlamına gelen “dür-vîş” olarak sıralanabilir.

    Bu manalar düşünüldüğünde dervişin Hakk’ın kapısında bekleyen, hiç kimseden bir beklentisi olmayan, dünya ile arasına mesafe koymuş ve Allah Teâlâ’ya sonsuz derecede muhtaç olduğunun idrakinde bir Hak yolcusu olduğu ortaya çıkar.

    Derviş kapı eşiği gibidir, ayaklar altında kalsa da sesini çıkarmaz. Kimseden şikâyet etmez. Bir meclise girdiğinde kendine yer aramaz, kapının önüne sessizce oturuverir. Geldiğinden ve gittiğinden kimsenin haberi olmaz.

    Derviş, insanlardan hiçbir şey beklemediği için gerçek hürriyete kavuşmuş kişidir. O’nun alışverişi Rabbi iledir. Hakk’ın kendisini daima gördüğünün bilincinde olduğu için “ihsan” üzere yaşar.

    Tasavvuf ehli, derviş kelimesiyle neredeyse aynı manalara gelen zâhid, fakir ve sûfî kelimelerini de kullanmaktadır.

    Derviş, Rabbine doğru seyr u sülûk yani bir yolculuk halindedir. Zengin bile olsa dünya ile irtibatı “bir lokma bir hırka” ölçüsündedir. Kendisini Rabbinin tecellilerine teslim etmiştir. Dünya sevgisini kalbinden çıkartmış, nefsinin istek ve yönlendirmelerine ket vurmuş, kalbini Rabbine bağlamıştır. Gerçekte yapıp edenin, sebeplerin arkasındaki hakiki sebebin Cenâb-ı Hak olduğunun idrakine varmış ve bu sayede sebeplerin baskısından kurtulmuştur. Dervişler; “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin, övülmeye hakkıyla layık olandır.” (Fâtır 15) ayetini içinde ve dışında her an yaşayan kullardır.

    Aslında her insan Allah’a muhtaç olduğu için acizdir, fakirdir. Fakat önemli olan insanın bu hali idrak etmesidir. Dünya malı ve mevkiler, kişiye Allah’a karşı fakir olduğunu unutturabilir. Hâlbuki yaratılmış olmak aynı zamanda muhtaç olmak demektir. İşte dervişler bu muhtaçlığını sadece Allah’a itiraf etmiş ve O’na yönelerek zenginliğe kavuşmuşlardır. Hakiki fakirliğe ulaşan derviş, ilahî yakınlığa ermiştir.

    İbn Arabî kuddise sırruhû hazretleri fakirliğin dervişlerin ulaştığı nimetlerin en lezzetlisi olduğunu söyler. Çünkü fakirlik dervişi Hakk’a bağlayarak dünyadan ve insanlardan özgürleştirir; böylece imanın tadına vardırır.

    Derviş her an hicret halindedir. Sürekli Allah Teâlâ’nın âlemdeki tecellilerine mazhar olup bu tecellileri okur ve idrak bakımından sürekli yükselir. Yükseldikçe varlıkların hakikatine daha da yaklaşır. Dervişler bu manayı Bakara suresinin 218. ayetinden işaret yoluyla olarak çıkarmışlardır. Ayetin meali şöyledir: “Şüphesiz iman edenler ve Allah yolunda muhacir olup da mücahede edenler; muhakkak bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah Gafur, Rahîmdir.”

    Derviş iyilik ve cömertlik ehlidir. Kendi yoksunluğuna rağmen başkaları için varlık isteğinde bulunur. Yani ‘benim yoksa bile onun olsun’ der. Dervişin sermayesi Allah’a duyduğu muhabbeti yani aşkıdır. Aşk ise âşık dâhil her şeyi yakar, kişide benlik davası bırakmaz. Âşık, tüm varını gönüllü olarak Yâr’in kapısına bırakmıştır.

    Dünyevî zenginlik ve fakirlik, gönül ehli olan dervişin gözünde birdir. Asıl gerçekleştirilmesi gereken, kulun her nefeste Allah’a muhtaç olduğunun bilincine ermesidir. Allah Teâlâ ise bütün âlemlerden müstağnidir, yarattığı hiçbir varlığa muhtaç değildir.

    Derviş, iki doğumu gerçekleşen kişidir. Birinci doğum dünyaya gelmektir. İkincisini ise Hz. Mevlânâ kuddise sırruhû şöyle açıklar: “Rahme benzeyen dünyadan dışarı çıkmak, topraktan kurtulup enginliklere yükselmektir.” İnsan ilk doğumuyla dünyaya, ikinci doğumuyla ise melekût âlemine merhaba der.

    Derviş, yola kendinden çıktığı gibi yine kendine dönendir. Seyr u sülûk denilen Hakk’a yolculuk, bir bakıma dervişin döngüsünü tamamlamasıdır. Çünkü Allah’tan geldik, O’na dönüyoruz. Bu döngü süresince derviş her türlü imtihana tâbi tutulur. Bu imtihanlarda adeta benliğinden sıyrılır, sıyrıldıkça doğruları değişir. Çünkü algı seviyesi değiştikçe idrak da farklılaşır.

    Şiirlerinde dervişlikten pek çok kez bahseden Yunus Emre hazretleri; “Dervişlik dedikleri hırka ile tac değil / Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil” diyerek dervişliğin ne olmadığını anlatır.

    Ona göre dervişlik bir takım kıyafetler giymek, semboller taşımak ya da icazetler almak değildir. Asıl dervişlik kalbin saf hale getirilerek sadece Hakk’ın sevgisi ile dolmasıdır. O halde dervişlik şekille ilgili değil, seyr u sülûk ile kalbin ihlâsa ermesiyle ilgilidir. “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim) hadis-i şerifi, dervişin halini anlatır.

    Ubeydullah Ahrâr Hazretleri dervişliği şöyle tanımlar: “Dervişlik, yalnız bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, dağda ve mağarada yaşamak değildir. Dervişlik gönlü mâsivâdan, yani Allah Teâlâ’dan başka her şeyden arındırmaktır.”

    Niyazî Mısrî hazretleri de; “Derviş olan âşık gerek / Yolunda hem sâdık gerek” diyerek dervişin Hakk’ın aşkıyla yandığını ve bu sebeple O’ndan başka hiç kimseye yönelmediğini söyler. Dervişin tüm çabası Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye göre yaşamaktır. Çünkü Allah Teâlâ’ya varan yol O’nun Kitabı’na ve Resûlü’ne uymaktan geçer. O halde Kur’an’a ve Sünnet’e; bu ikisinin hayata aktarılma biçimi olan şeriata uymayan bir dervişlikten söz edilemez.