Dünya mı? Mecazdan öte bir şey değil. Asıl diriliş, asıl korku, asıl mutluluk ve asıl fecaat o zaman başlayacak…
Ayın aydınlığı ile apaydın olan yakamoz dolu geceler hatırlıyorum. Kaptanla geçirdiğim “Ah keşke bitmeseydi” dediğim geceler. Ben susardım o da konuşurdu. Görevimi pandomim sanatçısı gibi icra ederdim.
Onun gibi bir denizci ender bulunur diye düşünürdüm daima. Eee yıllarını denizde geçirmişti. Üstelik kaptan en son ne zaman karaya ayak bastığını hatırlamıyordu desem yeridir. Artık deniz onun için kara parçası olmuştu. Hatta bazen bana derdi ki ” Evlat karaya ayak bastığım gün sevgiliye kavuştuğum gündür”. Kaptan sevgili deyince ölümü kastettiğini bilirdim. Çünkü o bu hayatı hapsolarak görür, ölümü ise kafesinden kaçan bir kuş misali gibi değerlendirirdi.
Benim yıllarım ise ufuklarda karayı aramakla geçti. Yelkene tırmanıp uçsuz bucaksız denizlere bakarak harcadım senelerimi. Denize ilk açıldığım gün ki hüznüm, karaya ayak basarken daha da şiddetli olacaktı. Bundan emindim. Neden mi? Çünkü ben ölümden korkmuyorum. Ölümden sonrası için korkuyorum.
Bazen kaptan dümenden seslenirdi “Evlat kara göründü mü?”. Kendisi de bilirdi karanın görünmediğini ama bıkmadan usanmadan sorardı. Ben de ona göre “Her an görünebilir kaptan” derdim. Sonra kaptan güzel mi güzel bir tebessüm ederdi. Sanırım yaşlı adam kendisine mutlu olabilecek sebep arıyordu.
Zaman o kadar hızla ilerlemişti ki günleri sayamaz olmuştum. “Ya hu denizde zaman geçer mi?” demeyin. Yaşanmadan bilinmeyenlerdendir bu da. Her neyse… Felekten acı ve sessizlik çaldığımız bir gün, usta her zamanki gibi dümende ve ben de olmam gereken yerde; yelkenlerde. Ufukları seyrediyor ve derin derin düşünüyordum.
Usta her zamanki sual ile bağırdı.”Numaaaan! Kara göründü mü evlat?”. O sıra öyle bir dalmışım ki ustayı fark edemedim. Usta tekrar bağırdı ama bu sefer kızgın bir tonla. “Numaaaan! Kara göründü mü evlaadım? Sana diyorum!”. Ben de ustayı fazla bekletmeden hemen cevap vereyim dedim. Çünkü bir denizcinin siniri içinden geçtiği fırtınalara benzer adeta. Ne zaman kızacağı belli olmaz. Kızdı mı da parçalar geçerdi gemiyi.
Kaptana vermem gereken cevabı adım gibi biliyordum ama bu sefer farklı şeyler görmüştüm ufukta. Elime dürbünü alıp gözümü merceğe hızlıca yaklaştırdığımda bir de ne göreyim! Kaptana bağırdım hemen “Kara göründü kaptaaaaan! Kara göründüüüü.” Kaptan da öyle bir tebessüm etti ki yirmi fersahta koskocaman bir hazine bulmuş gibi hissettim. Onda ayrı bir sevinç, ben de ayrı bir sevinç.
Karaya 5 dakikalık bir mesafe kalmıştı ki dağ gibi adam bir anda yere düştü. Neler olduğunu anlayamadım. Elim ayağım birbirine karıştı. Ne yapacağımı bilemedim. Gemideki diğer mürettebata seslenmiştim ama çok geç kalmışlardı. Hıçkıra hıçkıra kaptanın başına doğru eğildim.
Ondan ayrılma korkusu beni dehşete düşürüyordu. Kaptan, zar zor anlaşılır bir sesle “Evlat kara göründü mü?” dedi. Ben de o zaman anladım ki bu sefer gerçek kara görünmüştü. Artık zaman mecazdan soyunma vaktiydi. Artık zaman sevgiliye kavuşma vaktiydi.
Aradan geçen on yıl beni bayağı yıprattı. Etrafımdaki insanlar mecnun derlerdi bana. Hoşuma da giderdi aslında ama mecnun ben miydim yoksa beni mecnun addedenler mi? Tartışılır. Kaptanın asıl karaya ayak basması (ölümle müşerref olması) beni o kadar sarsmıştı ki ayağımın altındaki toprak hayal olmaya başlamıştı. Çünkü sonu yokluk olan bir şeye nasıl var diyebilirim ki? Ne de olsa ben de yoktum.
Rahmetli dedemden kalma derme çatma bir evim vardı. Kaptanın bana dümenden bağırmasını özlemiş olmalıyım ki evimin yanına küçük bir yelkenli direği dikmiştim. Bir de merdiven dayadım. Her gün, güneş batmasına yakın tırmanırdım direğe. Eskiden olduğu gibi ufukları seyrederim.
Güneş tam batarken de “Kaptan! Her an görünebilir.” diye bağırırdım. Çocuklarda buna alışmış olmalılar ki her gün aynı vakitte benim bağırmamı beklerler. Bağırdığım sırada önce hepsi susar ve beni dinler. Sonra delicesine gülerlerdi. Onlar yarılasıya gülünce asla kızmazdım. Aksine ben de katılırdım onlara. Ama aramızda bir fark var tabi ki. Onlar benim deliliğime gülerken beni de ufukta gördüklerim güldürürdü.
Abdulhamit Numan Öz