İçeriğe geç

Dini Hikayeler 3. Bölüm: Her Balıkçı Balık Avlamaz

    Evde yalnız başıma oturuyor ve camdan yeşil denizi seyrediyordum. Ilgıt ılgıt esen seher yelleri beni bambaşka deryalara sürüklüyordu. Duygunun duygusuzluğu dedikleri bu olsa sanırım. Çünkü şu an ki halime kelimeler kifayetsiz.

    Neyse… Can sıkıntısından oturmuş düşünürken fotoğraf albümünü aldım ve incelemeye başladım. Analog kamerayla çektiğim fotoğrafları incelerken kendimle gurur duydum. Eee nihayetinde sağlam fotoğraflardı. Çok emek vardı hepsinde de. Bir o kadar da hikâyelerde tabi ki.

    Fotoğraflardaki benle boğuşurken biri tokmağı yerinden sökecekmiş gibi kapıya vuruyordu. Öfke ve şaşkınlıkla kapıya doğru koştum. Delikten baktığımda kimse görünmüyordu, meraklanmaya başladım. Kapıyı açtığımda bir de ne görsem beğenirsiniz!

    Amcamın haylaz mı haylaz oğlu Berat İbrahim. Dökülmüş süt dişleri ve bir on dörtlük boyuyla sırıtarak bana bakıyordu. Neden geldiğini sorduğumda canının sıkıldığını ve benimle vakit geçirmek istediğini söyledi. Bu masumane teklif karşında onu üzmek elbette hayatımda yapacağım en kötü davranışlardan biri olacağı için bir kez daha düşündüm ve içeri aldım.

    Fransız pencerenin önündeki tahta iskemlemi fazla soğutmadan oturdum. Berat ne yaptığımı sordu. Ben de eski çektiğim fotoğraflarımı incelediğimi söyleyince benimle beraber bakmak istediğini söyledi. Zevkle kabul ettim. Nitekim bu sıkıntıdan beni kurtaracak bir arkadaş hiç de kötü olmazdı.

    Sayfaları sırasıyla çevirmeye başladım. Bir yandan da Berat meraklı talebeler gibi fotoğraflar hakkında amansız sorular soruyordu. Bunu nerede çektin? Bu adam ne yapıyor? Bu kedinin ayağına ne olmuş? Bu çocuk neden gülmüyor? Sorular bitmiyordu. Hoşuma gidiyordu aslında. Küçücük çocuk beni bulunmaz Hint kumaşı gibi hissettiriyordu.

    Berat’ın sorularını cevaplamaya çalışırken sayfalar arasına sıkıştırılmış bir fotoğraf yere düştü. Elime aldım ve incelemeye başladım. Neden bu fotoğrafı diğerleri gibi albüme istiflememiştim? Sofradaki çatalların intizamına dikkat eden ben, nasıl olurda böyle bir kaosa sebep olurdum! Kendime kızdım açıkçası. Bu fotoğrafı nerde ve nasıl çektiğimi hatırlamaya çalışırken Berat’ta merakla teknedeki adamın ne yaptığı sordu.

    Bu sefer ki soru çok hoşuma gitti. Çünkü bu fotoğrafta görünenin aksine bambaşka bir hikâye vardı. Aferin la uşak! Kedi olalı bir fare tuttun sonunda.

    Naneli limonatamdan bir yudum aldıktan sonra hararetle anlatmaya başladım.

    “Sene 2014 Eylül ayı olmalıydı. Balık avı sezonu yeni başlamıştı. Analogla ilk tanıştığım zamanlardı. Sağlam fotoğraflar çekmeye çalışıyorum tabi ki. Ben de bu zamanı fırsat bilerek güneşi erkenden karşılamak için Balıkçılar kasabası olarak bilinen Beykoz’daki Anadolu Kavağı Mahallesi’nin karşısındaki Sarıyer Altınkum plajına gittim. Mekân olarak orayı tercih ettim çünkü balıkçıların bulunduğu bir fotoğrafta onlarla özdeşleşen arka plan daha cazibeli olur diye düşündüm.

    Güneş ufukta el sallamadan yarım saat evvel plajda münasip bir yere oturdum ve çekim için pozisyonlar düşünmeye başladım. Balıkçılarda tekneleriyle açılmış üçer beşer onar balık tutuyorlardı. Bayağı bereketli olmalı ki atan boş çekmiyordu. Gözlerimizin kesiştiği balıkçılara “Rastgele Üstadım!” diye bağırıyordum. 

    Güneşin mızrakları yavaştan belirirken ben de hazırlıklarımı yapmaya başladım. Kadraja odaklanmış sağlam pozlar yakalamaya çalışırken onca tekneciden biri dikkatimi celp etti. Garip bir şeyler seziyordum. Neden mi? Diğer tüm balıkçılar tuttukları balıkları kovalarına doldururken bu amca ise oltaya takılan balıkları gerisin geriye denize atıyordu.

    Bu sırada güneş doğmuş. Balıkçı Amca ise tuttuğu balıkları azat etmeye devam ediyordu. Etraftaki balıkçılarda bu amcayla dalga geçiyorlardı resmen. Neden böyle yaptığını anlamaya çalışırken Balıkçı Amca’yla göz göze geldik. Mütebessim bir vecih ile başını bana doğru eğdi ve selam çaktı. Ender rastlanan türden olan bu amcaya “Rastgele Üstaaaat” diye karşılık verdim. Azat ayini devam ederken deklanşöre bastım. Basit bir fotoğraftı. Biliyorum ama basit olsa bile arkasında bambaşka manalar olabilirdi. Balıkçı Amca’da sanki lisan-ı haliyle balıklara “Umudunu kesme yavrum! Korkma! Her balıkçı balık avlamaz.” diyormuş gibi hissediyordum.”

    Bu fotoğraftan hissettiklerimi Berat’a anlatmak biraz gereksiz gelmişti açıkçası. Çünkü bahsettiklerimin hepsini anlayabileceğini ummuyordum. Ama çocuk beni öyle bir şevkle dinliyordu ki sabaha kadar konuşabilirdim. Gözündeki ışık, şu kara gönlümü sonsuza dek aydınlatabilirdi. Hemen bu düşüncelerimden vazgeçerek hararetle anlatmaya devam ettim.       

    “Biliyor musun Berat? Bu güzel çerçeve karşısında yıllardır anlamadığım bir mevzu daha vuzuha kavuştu. O da Hz. Ömer’in “Dostla aldanan aldanmaz” sözü.”

    Anlamadığı gün yüzü gibi ortadaydı. Tebessümle Berat İbrahim’in gül yüzüne bakarak ne zaman anlayabileceğini tahmin etmeye başladım.

                                                                                                              Abdulhamit Numan Öz