Farzı ayn olan ilimler nelerdir? Âlimler, her Müslümana farzı ayn olan ilimler hakkında farklı görüşler ileri sürmüşler ve bu konuda yirmiden fazla gruba ayrılmışlardır. Biz onları uzun uzadıya anlatmayacağız fakat hepsinin özeti şudur: Herkes, üzerinde durduğu ilmi farz-ı ayın olarak görmüştür.
Kelâmcılar, herkese farzı ayn olan ilmin, kelâm (akaid) ilmi olduğunu söylemişlerdir; çünkü yüce Allah’ın birliği (tevhid), zatı ve sıfatları onunla bilinmektedir.
Fakihler, herkese farzı ayn olan ilmin fıkıh ilmi olduğunu söylemişlerdir; çünkü ibadetler, helâl ve haram, (alışveriş ve evlenme gibi) muamelelerde haram ve helâl kılınanlar fıkıh ile bilinmektedir. Onlar, farz olan fıkıh ile herkesin sıkça ihtiyaç duyduğu şeyleri kastetmişlerdir, yoksa nadir meseleleri değil.
Tefsir ve hadis âlimleri, herkese farzı ayn olan ilmin kitabı (Kur’an) ve sünneti bilmek olduğunu söylemişlerdir, çünkü diğer bütün İslâmî ilimlere onlarla ulaşılır.
Sufiler, herkese farzı ayn olan ilmin tasavvuf (manevi terbiye) ilmi olduğunu söylemişlerdir. Sufilerden biri, “Farz olan ilim, kulun halini ve Allah katındaki makamını bilmesidir” demiştir. Bir diğeri ise “Farz olan ilim, ihlâsı, nefsin afetlerini bilmek ve meleğin ilhamı ile şeytanın vesvesesini tanımaktır” demiştir.
Bazıları ise bu ilmin ilm-i bâtın olduğunu, onun buna ehil birtakım özel kimselere gerekli olduğunu söylemişler; bu şekilde hadisi umumi manasından çıkarmışlardır.
Ebû Tâlib el-Mekkî demiştir ki: “Farz olan ilim, İslâm’ın beş temel esas üzerine kurulduğunu belirten hadisteki şeyleri bilmektir:
‘İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir. Bunlar, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna şahitlik etmek, beş vakit namazı kılmak, zekâtı vermek, ramazan ayında oruç tutmak ve Allah’ın evi Kâbe’yi ziyaret etmektir.1
Bu hadiste belirtilen şeyler farzdır; şu halde onların farz oluş şekillerini ve nasıl yerine getirileceklerini bilmek de farz olmaktadır.”
Bu konuda kesin olarak söylenebilecek ve içinde şüphe bulunmayacak şeyin şu olduğu kanaatindeyiz: Daha önce kitabın mukaddimesinde belirttiğimiz gibi ilim, muamele ve mükâşefe ilmi olmak üzere iki kısma ayrılır. Farz ilimle kastedilen sadece muamele ilmidir.
Akıllı olup bulûğa eren kulların yapmakla mükellef olduğu şeyler üç çeşit olup bunlar; İtikad edilecek şeyler, Yapılacak işler, Terkedilecek fiillerdir.
Bir kimse kuşluk vaktinde ihtilam olsa veya bulûğ yaşına ulaşsa, ona farz olan ilk şey kelime-i şehadeti öğrenmek, söylemek ve manasını bilmektir. Kelime-i şehadet,
“Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” sözüdür.2 Manası: Allah’tan başka ilâh yoktur; Muhammed, Allah’ın (kıyamete kadar gelecek bütün insanlara gönderdiği son) peygamberidir.
Bunu söyleyen kimseye, o anda söylediği sözlerin delillerini araştırması ve hakikatini keşfetmesi farz değildir; onun söylediği şehadete şüphe ve tereddütten uzak bir şekilde kesin olarak inanıp tasdik etmesi yeterlidir.
İmanın bu kadarı, delil ve araştırma olmaksızın, sırf taklit ve işitme ile gerçekleşir. Çünkü Allah Resulü, çölde yaşayan cahil Araplar’dan, delilini öğrenmeksizin, sadece tasdik ve ikrar ile iman etmelerini yeterli bulmuştur.
Kul bunu yapınca, o vaktin farzını yerine getirmiş olur. O vakitte kendisine farz olan ilim, kelime-i şehadeti öğrenmek ve manasını bilmektir.
O anda kendisine bunun dışında farz olan başka bir şey yoktur. Bunu şuna göre söylüyoruz: Eğer o anda ölecek olsa, yüce Allah’a itaat halinde ve isyan etmemiş bir vaziyette ölür.
Bunun dışındaki farzlar, oluşacak yeni sebeplerle gerekli olur. Onlar herkes için zaruri değildir, hatta bazıları birçok mükellefiyetin dışında kalır.
Mükellefiyeti gerektiren sebepler, ya amel edilecek işlerle, ya terkedilecek şeylerle ya da inanılacak konularla alakalıdır.
Amelle ilgili sebeplere gelince: Kuşluk vakti Müslüman olan bir kimse öğleye kadar yaşarsa, öğle vaktinin girmesiyle ona, tahareti (abdesti) ve namazı öğrenmesi farz olur.
Vücut itibariyle sağlam olup bir arızası bulunmayan kimse, öğle vaktinin girmesini beklediği takdirde namazla ilgili farzları öğrenmekle meşgul olunca vakit çıkacaksa, vakit girmeden önce onları öğrenmesi farzdır denebilir.
Fakat şöyle demek de mümkündür: Amelin şartı olan ilmi, amel farz olduktan sonra öğrenmek farzdır. Bu durumda, öğle vakti girmeden önce namazın farzlarını öğrenmekle yükümlü değildir. Diğer vakit namazları için de durum böyledir.
Eğer, ramazan ayına kadar yaşarsa, ayın girmesiyle orucun farzlarını öğrenmesi gerekli olur. Bunlar şunlardır: Orucun vakti imsaktan akşama kadar devam eder.
Oruç için niyet etmek, yemeyi, içmeyi ve cinsel ilişkiyi terketmek farzdır. Bu oruç yeni ayın hilâlini görünceye veya iki şahidin hilâli gördüklerini haber verinceye kadar devam eder.
Şayet bu kimsenin eline yeni olarak mal geçerse veya bulûğa erdiğinde zengin durumda ise kendisine, zekâtla ilgili hükümleri öğrenmesi farz olur fakat hemen değil.
Onları öğrenmesi ancak Müslüman olmasına müteakip zekâta tâbi olan malının üzerinden bir sene geçtikten sonra gerekli olur. Eğer mal olarak sadece deveye sahipse, devenin zekâtıyla ilgili hükümleri bilmesi gerekli olur; diğer mallar için de durum aynıdır.
Hac ayları girince, onun hacla ilgili hükümleri öğrenmeye acele etmesi gerekmez, çünkü hac, daha sonra da yapılabilir.3 Bu durumda hemen öğrenilmesi gerekmez.
Fakat İslâm âlimlerine düşen görev, yol azığı ve binek gibi hac için gerekli olan mala sahip olan herkese, tehir suretiyle de olsa haccın farz olduğunu bildirmektir.
Eğer hemen haccetmeye karar verirse, o zaman haccın nasıl yapılacağını öğrenmesi farzdır. Ona, önce haccın farzlarını ve vâciplerini öğrenmesi gerekir; haccın nâfilelerini öğrenmesi farz değildir (fakat fazilettir).
Çünkü nâfileleri yapmak nâfile ibadettir; onların öğrenilmesi de nâfiledir. Buna göre onları öğrenmek farzı ayn olmaz. Hac bir kimseye farz olunca, ona uyarı yapmamanın haram olup olmaması konusunda değişik görüşler vardır ki bu konudaki detaylar için fıkıh kitaplarına bakmak uygundur.
Farzı ayn olan diğer işlerin öğrenilmesinde tedrîcilik esasına dikkat edilmesi (zamanı gelenin önem sırasına göre öğretilmesi) gerekir.
Terkedilmesi farz olan işleri öğrenmeye gelince, bunları hale göre öğrenmek gereklidir. Bu da şahsın hallerine göre değişir. Çünkü dilsiz kimsenin, konuşması haram olan şeyleri öğrenmesi gerekmez.
Gözleri kör olan kimsenin, bakması haram olan işleri öğrenmesi farz değildir. Aynı şekilde, çölde yaşayan kimsenin, oturulması (mesken yapılması) yasak bölgeleri bilmesi icap etmez.
Terkedilmesi gereken şeyleri bilmek de şahsın durumuna ve hale göre değişir. Kendisinden uzak olan ve içine düşme durumu bulunmayan şeyleri öğrenmesi kişiye gerekli değildir. İçli dışlı olduğu şeylerde ise uyarılması gereklidir.
Mesela, Müslümanların arasında ipek giyen, gasp edilmiş mal üzerinde oturan veya harama nazar eden kimse varsa, bunların haram olduğunu öğretmek lazımdır. Şu anda olmasa da ileride içine düşme tehlikesi olan haramları öğretmek de gereklidir.
Bulunduğu beldede içki içiliyor ve domuz eti yeniyorsa, onlara karşı Müslümanın uyarılması ve bu şeylerin haram olduğunun öğretilmesi farzdır. Öğretilmesi farz olan şeyleri öğrenmek de farzdır.
İtikatlara ve kalbin işlerine gelince, kalbe gelen kötü düşünceleri tanıyacak ve giderecek kadar ilim öğrenmek gereklidir. Eğer kalbine kelime-i şehadetin manası (Allah’ın birliği ve Hz. Muhammed’in peygamberliği) hakkında bir şüphe gelirse, onu giderecek kadar ilim öğrenmesi farzdır.
Kalbine böyle bir düşünce gelmese ve bu kimse Allah Teâlâ’nın kelâmının kadim (ezelî) olduğu, Cenâb-ı Hakk’ın ahirette görüleceği, O’nun yaratılmış varlıklara mahal olmadığı (hiçbir varlığa girmediği ve hiçbir varlığın da O’nun zatı ile bütünleşmediği) gibi itikat konularını detaylı bir şekilde bilip tahkik üzere inanmadan ölse, bütün âlimlerin ittifakı ile Müslüman olarak ölmüştür.
İtikadı ilgilendiren kötü düşünceler bazen insanın kendi tabiatından kaynaklanır, bazen da bulunduğu çevredeki insanlardan işiterek oluşur.
Eğer o, kelâm ilmiyle ilgili yersiz tartışmaların yaygın olduğu ve insanların bid’atları konuştuğu bir beldede bulunuyorsa, bulûğa erdiği ilk günlerde kendisine doğru olan itikat öğretilerek tehlikeli görüşlerden korunmalıdır.
Şayet kalbine batıl (yanlış) bir görüş atılmışsa, onu kalbinden gidermek farzdır. Bu da çok defa zor gerçekleşir. Aynı şekilde bir Müslüman, faizin yaygın olduğu bir beldede ticaret yapıyorsa, onun faizden korunma yollarını öğrenmesi farzdır.
Farzı ayn olan ilimler hakkında hak olan görüş budur. Farzı ayn ilim demek, yapılması farz olan ameli nasıl yapacağını bilmektir. Kim farz olan ilmi ve onun farz olduğu vakti bilirse, farzı ayn ilmi öğrenmiş olur.
Sûfîlerin, şeytanın vesvesesi ile melekten gelen ilhamı tanımayı farzı ayn ilimler içinde saymaları da doğrudur fakat bu herkes için değil, böyle bir durumla karşılaşan kimse için geçerlidir.
Genelde insan, kötü düşünce, gösteriş ve hasetten uzak kalamaz. Bu durumda onun, insanı helâk eden bu şeylerden ihtiyacı olduğu kadarını bilmesi gereklidir.
Nasıl gerekli olmaz ki Peygamber Efendimizﷺ şöyle buyurmuştur:
İnsan bunlardan tamamen uzak kalamaz. İleride açıklayacağımız kibir, kendini beğenme gibi diğer kalbî hastalıklar bu üç şeye tâbidir. Onların kalpten giderilmesi farzı ayndır.
Onları kalpten gidermek de ancak ne olduklarını, sebeplerini, alametlerini ve ilacını bilmekle mümkün olur. Şüphesiz, kötülüğü tanımayan kimse içine düşer.
İlaç, hastalığı zıddı ile tedavi etmektir. Hastalık ve sebebi tanınmadan tedavi nasıl mümkün olur? İnsanı helâk eden şeyler arasında saydığımız şeylerin çoğunu bilmek farzı ayndır fakat insanların hemen hepsi kendilerini ilgilendirmeyen boş ve gereksiz şeylerle meşgul olarak bu hastalıkları tanımayı ve tedavi etmeyi terk ettiler.
Eğer bulûğa eren kimse, batıl dinden hak dine geçen biri değilse yani Müslümansa, ona ilk olarak, cennet ve cehennemin varlığına, öldükten sonra dirilmenin ve hesap için toplanmanın gerçekleşeceğine iman etmesi telkin edilir.
Ta ki onlara iman edip varlıklarını tasdik etsin. Bu iman, kelime-i şehadetin (Allah’a ve Resul’üne iman) gereği ve tamamlayıcısıdır.
Bu gencin Hz. Muhammed’in ﷺ Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu kabul ettikten sonra, onun tebliğ ettiği peygamberliğin manasını da bilmesi gerekir.
Bu da kim Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederse cenneti hak edeceğini, onlara isyan edenin ise cehenneme gireceğini bilmektir.
Bu açıklamamızı anladıysan, farzı ayn ilimleri tespit konusunda doğru görüşün bu olduğunu bilirsin. Bundan şunu da anlarsın ki herkes gece ve gündüz içinde çeşitli hallerle karşılaşmakta, ibadet ve muamelelerinde yeni durumlarla yüz yüze gelmektedir.
Bu durumda o kimsenin başına gelen nadir durumları ve karşılaşması galip zanla muhtemel olan halleri sorup öğrenmesi gerekir.
Böylece, Hz. Peygamber’in ﷺ, “İlim öğrenmek her Müslümana farzdır” hadisinde kastettiği ilmin her Müslümana farz olan ilimler bu olduğu ortaya çıktığı gibi bizim açıklamalarımızla da bunun seyri ve vakti anlaşılmış oldu. En doğrusunu Allah Teâlâ bilir.
Buraya kadar anlattığımız her şey farz ayn olan ilimler hakkındaydı. İkinci olarak farzı kifaye ilimler var. Bunun hakkında bilgi almak için farzı kifaye olan ilimler adlı makalemi okuyabilirsiniz.
Kaynakça
- Buhârî, İman, 1-2; Müslim, İman, 19-22; Tirmizî, İman, 3; Nesâî, İman, 13.
- Genel kabule göre kelime-i şehadet, “eşhedü” (şahitlik ederim ki…) ifadeleriyle başlayıp Allah’tan başka ilâhın bulunmadığına, Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğunu şahitlik yapılan şu sözlerdir: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh.”
- İmam Şâfiî, İmam Ahmed ve Hanefîler’den İmam Muhammed’e göre hac, ilk farz oldu ğu sene yapılabildiği gibi, daha sonraki senelere de bırakılabilir. İmâm-ı zam, İmam Mâlik ve bir görüşünde İmam Ebû Yusuf’a göre hac fevrîdir yani farz olduğu sene yapılmalıdır; tehir günahtır. Ancak ömrü içinde yerine getirirse geciktirme sorumluluğu kalkar ve hac ifa edilmiş olur (bk. Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 1/215-216).