Batı’da 2010’lardan itibaren iyiden iyiye yaygınlaşmaya başlayan aşırı sağ, siyasî partiler üzerinden örgütlü hale geliyor. Almanya, Avusturya, Hollanda, Polonya, İngiltere, Macaristan, Norveç, Finlandiya, Letonya, Danimarka ve İsveç gibi ülkelerde yükselişe geçen aşırı sağ partilerin ortak noktası mülteci meselesi.
Avrupa Birliği (AB)’den çıkılması ve mültecilerin sınır dışı edilmesi söylemleriyle hareket eden aşırı sağ partiler, İslamofobi’nin toplumsal anlamda zemin bulmasına da neden oluyorlar.
Fransa da bu ülkelerden biri. Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen, tıpkı babası neo-faşist Jean-Marie Le Pen gibi ülkesinde aşırı milliyetçi kanadın başını çekiyor.
Fransa’da Nisan ayında yapılan seçimlerde ortaya ilginç bir tablo çıktı. Mevcut Cumhurbaşkanı Macron’un son turdaki rakibi Le Pen oldu.
Bu durumda kime oy verileceği sorusu karşısında özellikle Fransa’da yaşayan Müslümanların kafalarının hayli karıştığını söylemeliyiz. Çünkü hangi lider seçilirse seçilsin, ülkede Müslümanlar adına değişen bir şeyin olmayacağı aşikârdı.
İslâm’ın dünyanın her yerinde krizde olduğu söylemi ve bunun üzerine kurgulanan -hâşâ- “aydınlatılmış İslâm” inşası projesi bizzat Macron tarafından dillendirilmişti. Keza Türkiye, Fas ve Cezayir’den imam getirilmesinin yasaklanması talebi de bu projenin bir parçası olarak karşımızda duruyordu.
Le Pen’in İslâm’a ve Müslümanlara yaklaşımı ise daha sert ve keskin. Macron’un “Fransa İslâm’ı” söylemine karşın Le Pen, devletin bütün imkânlarını seferber ederek İslâm’a saldırması ve onu yok etmesi gerektiğini savunuyor. Her iki liderin, ülkelerini ayakta tutan sömürge Afrika topraklarına ve halklarına bakışı da iç açıcı değil.
İşte böyle iki isim arasındaki rekabetin galibi mevcut Cumhurbaşkanı Macron oldu. Vaziyeti “yükselen sağ kaybetti” şeklinde yorumlamak pek de doğru olmaz. Çünkü seçimi kim kaybederse kaybetsin, maalesef İslâm düşmanlığı kazandı. Umarız, Fransa’daki Müslümanlar adına bugünden sonrası dünden daha kötü olmaz.