O “eski” yolcu işte hâlâ yolda. Yıllar yılı istikametini bozmadan burada. Kendi içinde ya da dışında nice imtihanlardan salimen çıkmış, ömrünü yola adamış. Bu az bir şey midir ve hürmete layık değil midir?
Hani sohbet ve zikir meclislerinde saçı sakalı ağarmış, nur yüzlü insanlar vardır ya… İşte onlar o meclislerin gülleridir. Böyle bir mecliste olması gereken en önemli şeylerden biri, oradaki herkesten önce yola çıkmış ve o yolda saçını sakalını ağartmış büyüklerin bulunmasıdır. Ama kimi yerde bir sohbet ve zikir meclisi kurmak yola yeni girmişlere, gençlere düşebiliyor. Böyle olunca da yolu yordamı öğrenip tecrübe kazanana kadar bazı sakarlıkları olabiliyor, kimi badireleri aşmaları gerekebiliyor. Bir zaman sonra o gençler de o meclislerin yaşını başını almış, yol yordam bilen büyükleri oluyorlar muhakkak. Sonra gelenler de onların dizi dibinde işi kolay kılmış olarak yol alıyorlar.
Allah için girilmiş yolların asıl rehberleri mürşid-i kâmillerdir. Yol da iz de onlarla bulunur ve yürünür. Ancak bazı durumlarda onların muratlarını anlayamamak, yolda olmanın gereğini kavrayamamak gibi çıkmazlara düşülmesi muhtemeldir. Böyle durumlarda yola daha önce çıkmışların tecrübeleri ilkyardım gibi imdadımıza yetişip derdimize derman olur. Çünkü yol bilenle gidilir.
Meseleyle alakası bakımından göçmen bir öğrencimizin, kendisi gibi göçmen olanlara hastanelerde rehberlik ve tercümanlık yapan ailesini hatırladım. Birkaç kere karşılaşmıştık. Hastaneyi iyi biliyordu, nerede ne yapılması lazım anlamış, hastane dilini çözmüştü. Bu tecrübeyle kendi ilk zamanlarındaki gibi yol yordam bulmaya çalışanlara rehberlik etmeye başlamıştı. Muhtemelen geçimini de bu yolla sağlıyordu. Aslında yola giren her tâlip, bu göçmen hastalara benziyor. O da bir tür göçme halinde. Bulunduğu yeri terk etmiş, yeni bir anlam ve değerler dünyasının kapısını aralamış. Mürşidini de âdap ve erkânı da ancak tecrübe sahiplerinin yardımıyla tanıyabiliyor, uygulayabiliyor.
Bu sohbet ve zikir meclislerinin muhabbeti de çoğu zaman yine daha önce yola çıkmışların, nice hikâyeleri yaşamış olanların halleriyle zuhur ediyor. Kalplerindeki huzur ve sükûnet, güler yüz ve tatlı dil olarak meclise yansıyor. Hizmeti ve edebi onlardan öğrenirken, sadakati onlarda görüyor, aşk ve muhabbeti onlarla tadıyoruz. Anlayamadığımız meselelerde onların bir sözüyle, dara düştüğümüzde nasihatleri ile işin içinden çıkıyoruz.
Bu konularda sohbet açılınca eskiler, yola kendilerinden bir gün bile önce girenlerin paltosunun üstüne kendi paltolarını asmaya dahi hayâ ettiklerini büyüklerinden duyduklarını söylerlerdi. Ne güzel ne ince bir edep! Bunu şeklen yapıp yapmamaktan ziyade bu inceliği taşımak mühim. Bir gün önce yola çıkmış olmak görünürde önemli bir şey değil gibidir. Fakat yolun o büyük hatırı ve muhabbeti böyle incelikler ortaya çıkartıyor. Burada söz konusu olan, önce başlayanların daha kâmil, hedefe daha yakın olması meselesi değil. Süzülmüş, damıtılmış bir edep ve muhabbet meselesi.
Diğer taraftan hiç birimiz, hiç kimse yarınki haline dair kefalet senedi taşımıyor. Allah muhafaza, bu kadar mâhir bir şeytan, bu kadar kavi bir nefs varken nerelere savrulabiliriz. Ama o “eski” yolcu işte hâlâ yolda. İşte yıllar yılı istikametini bozmadan burada. Kendi içinde ya da dışında nice imtihanlardan salimen çıkmış, ömrünü yola adamış. Bu az bir şey midir ve hürmete layık değil midir? O yüzden kulluk, takva, ilâhî rıza üzere kurulu yolda yılları devirmiş olmak önemlidir. Ve evet; bir edebi gerektirir. Elbette sınırlar dâhilinde. Allah Teâlâ’nın emir ve yasakları sınırdır, bunlara riayet edilmeyen yerde usulünce uyarı ve ihtar edebi başlar.
Yola önce girmiş olmak, o yolculukta yaşlanmış olmak böyle büyük bir nimet olmakla beraber büyük bir sorumluluktur aynı zamanda. Onların sırtında önemli bir yük vardır: Örnek olmak… Kişi istesin ya da istemesin, yeniler eskileri örnek alır. Onların hal ve tavırlarında, sözlerinde küçük bir dikkatsizliği bazen ağır sonuçlar verir. Güzel örnek olabildiklerinde ise kendilerine bakarak güzelleşenlerin kazançlarından payları vardır. Malum, “bir hayra vesile olan onu yapan gibidir” denilmiştir.
Bu yaşlı güzel insanlar yolun güzelliğinin resmi gibidir. Tasavvuf neşvesi içinde kazandıkları safiyetle her biri ayrı bir meziyetin timsalidir. Namaz vakitlerini kollayarak camiyi ve cemaati kaçırmayanları, sohbet ve zikir halkalarında kemâl-i edeple diz bükenleri, tatlı dilleri ile gönül şenlendirenleri, torunu yaşındakilere bile “abi” diyecek kadar tevazu sahibi olanları, elinden Mushaf-ı Şerif’i bırakmayanları, yaşına bakmayıp her hizmete koşanları ile güzelleşir dünyamız. Uzun secdelerde, örtü altında zikir halinde, belki gecenin bir vakti ağlamalarla nurlanmış sakalları, mütebessim simaları her muhabbet meclisinin ışığıdır. Dile dökülmez belki ama her yeni yolcunun kalbinde bir gün onlar gibi olabilme hevesi yatar.
Evet; yol yoldaşsız yürünmez, rehbersiz iz bulunmaz. Yola önce girenlerin yenilere yol göstermesi bir rahmettir. Onlara karşı edebimiz, yolun edebindendir. Onlar nasıl yenilerin acemiliklerini, sakarlıklarını görmezden geliyor, görse de engin müsamaha ile karşılıyorsa, yeniler de onların yaşından veya yaşanmışlıklarından kaynaklanan hallerine bakıp edebi zayi etmemeli. Bir kusur görüyorsa, “acaba o yaşta benim halim nasıl olacak” diye düşünmeli. Unutmamak lazım, yol edep yoludur. Büyüğüne hürmeti, küçüğüne şefkati olmayanın edebinden söz edilebilir mi?
Kaynak: SEMERKAND DERGİSİ