İçeriğe geç

İsmet-i Enbiyâya Dair İlk Türkçe Risâle

    Ekseriyetle Mâtürîdî âlimlerden oluşan Osmanlı tebaası ve ilmiyesi de peygamberlerin ismet sıfatı yani her türlü günahtan korunmuş olmaları konusunda son derece hassas olmuşlar, selefleri olan Mâtürîdî itikâd imamlarının açtığı yolu sürdürerek ismet meselesi hakkında müstakil telifatlarda bulunmuşlardır.

    Bazı konular müslümanların gündemine yeni dâhil olurken bazı konular her dem gündemde ve tazedir. İtikâdî meseleler arasında ismet sıfatı da müslümanların daimi gündemindeki meselelerdendir. Kimi zaman bir yanlış yaklaşımın tashihi, kimi zaman zâhirî mânâsıyla peygamberlerin günahına delâlet eden âyetlerin kavl-i sarîhini öğrenmek gibi saiklerle ismet sıfatı daima üzerinde durulan peygamber sıfatlarının başında gelmiştir. Erken dönemlerden itibaren bu konuda müstakil eserlerin telif edildiği, müslümanların dikkatinin âlimler tarafından da bu mühim meseleye çekildiği görülür. Mâtürîdî mütekellim Ebü’l-Hüseyin el-Beşâgarî’nin (v. 4/10. yüzyıl) Keşfü’l-Gavâmız’ı, Nûreddin es-Sâbûnî’nin (v. 580/1184) el-Müntekâ’sı, Eşarî mütekellim Fahreddin Râzî’nin (v. 606/1210) İsmetü’l-Enbiyâ’sı, Şemsüleimme el-Kerderî’nin (v. 642/1244) Te’sisü’l-Kavâid’i bu konudaki öncü telifatlardır. Fark edileceği üzere Mâtürîdî âlimler, ismet meselesine özel bir önem verip bu konuda müstakil eser telifine daha fazla yönelmişlerdir.

    Ekseriyetle Mâtürîdî âlimlerden oluşan Osmanlı tebaası ve ilmiyesi de peygamberlerin ismet sıfatı konusunda son derece hassas olmuşlar, selefleri olan Mâtürîdî itikâd imamlarının açtığı yolu sürdürerek ismet meselesi hakkında müstakil telifatlarda bulunmuşlardır. Hatibzâde Muhyiddin Efendi’nin (v. 901/1496) Risâle fî Nefyi Nisbeti’l-Hüsran ile’l-Enbiyâ’sı, Merkezzâde Ahmed Efendi’nin (v. 963/1556) İsmetü’l-Enbiyâ Tuhfetu’l-Asfiyâ’sı, Muhammed b. Abdullah et-Timurtaşî’nin (v. 1006/1597) İsmetü’l-Enbiyâ’sı, Abdülganî en-Nablusî’nin (v. 1143/1731) Safvetü’l-Asfiyâ’sı ve İbn Âbidîn’in (v. 1252/1836) Ref’u’l-İştibah’ı akla gelen misallerden bazılarıdır.

    “Enbiyâ-i Kirâm Haklarında Yalan Rivayetleri Red”

    Türkçe ilk Osmanlı ilim tarihinde temsil ettikleri çizgi, tartışma ve tavırlarıyla tartışmalı çevrelerden biri hâline gelen Kâdızâdeliler’in velûd isimlerinden biri olan Ahmed b. Muhammed Emin el-İstanbulî’nin (v. 1197/1782) kaleme aldığı Enbiyâ-i Kirâm Haklarında Yalan Rivayetleri Red isimli risâle, ismet-i enbiyâ literatürüne katkı veren Türkçe ilk metindir. Bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla ilgili konu başlığında Türkçe olarak bundan daha eski bir metin ne telif ne de tercüme olarak mevcut değildir. Dolayısıyla bu özellik eserin kıymetini arttıran bir vasıftır. Ahmed Efendi eserin hamdele ve salvele faslından sonra “kısas-ı enbiyâya müteallik bazı hikayât-ı kâzibe halk arasında şöhret ve şüyu bulup, cahiller vaazlarda ve gâfil müderrisler esnâ-yı vaazda ve tefekkürde söyleyip, işitenler kabul ve itikâd ve sıhhatine itimad edip itikâd-ı haktan zannedip, semt-i bâtılda karar ettiklerini bu abd-ı fakîr İstanbulî Ahmed bin Mehmed Emin vâkıf olup… ihvân-ı mü’minîni tahlîs ve sahâ-i nebevîyi böyle ekâzib-i merdûde ve ebâtıl-ı matrûdeden tenzîye ve ehl-i gafleti tenbîh için bir Türkçe risâle-i vecîze tahrîr edip…” sözleriyle, neden ismet-i enbiyâ mevzuunda Türkçe bir risale kaleme alma lüzumu hissettiğini tasrih etmiştir.

    Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi koleksiyonu 4438 numarada mahfuz, müellif ve tespit edebildiğimiz kadarıyla tek nüsha olarak bizlere intikal etmiş olan 12 varaklık bu kısa risalede Kâdızâde Ahmed Efendi; Hz. dem, Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. Yûnus, Hz. Dâvûd, Hz. Süleyman, Hz. Eyüp, Hz. İbrahim aleyhimüsselam ve Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hakkında yani toplam dokuz peygamber hakkındaki mevcut haberleri ele alarak, bu kıssalarda zâhirî delâletiyle onların günahına delâlet eden ifadelerin ya asılsız olduğunu ifade etmekte yahud haber sahih ise o takdirde mezkûr haberlerin kavl-i sarihini tasrih eylemektedir. Risalenin muhtevasında ele alınan kıssalar peygamberler tarihine uygun bir kronoloji takip etmekten ziyade dağınık bir görünüm arz eder.

    Konu hakkında mufassal izahlara girecek bir metinden ziyade kısa bir risâle kaleme almaya niyet ettiği ve muhatap kitlesini avam olarak tercih ettiği için genellikle bazı usûlî esasları birer işaret ve ikaz levhası gibi takdim yoluna gider. Metnin sonunda bu yönde çokça ifade görülür. Zaten Mâtürîdî mezhebinin kurucu imamı olan İmam Ebû Mansur’un da (v. 333/944) bu konuda ne denli hassas olduğu ehlince malumdur. İmam Mâtürîdî kendi döneminde bir adamın “peygamberlerin günahları” adında bir eser yazmaya başladığını duyunca şaşırıp öfkelenmiş, “eser yazmak niyetiyle bir konuyu ele alan kişi, o konuda pek çok bilgiyi eserine dâhil etmek, böylece dolu bir eser ortaya koymak ister ve bu sebeple konuyu iyice araştırır. Peygamberlerin günahını yazmak isteyen kişi de maalesef aynı yolu izleyip peygamberlerin günahı olarak nakledilen haberlere ulaşmaya çalışacak, bunları araştıracak, bazı haberleri bu minvalde yorumlayacaktır. Halbuki bir müslümanın dahi günahının araştırılması caiz değilken günahsız peygamberlerin günahını aramaya çalışan muhakkak dinden çıkar” demiştir. Onun bu hassasiyeti ve tembihi mezhebin daimi bir esası olagelmiştir. Kâdızâdeli Ahmed Efendi’nin risalesi de aynı hassasiyetin Türk okuyucusuna aktarıldığı ilk numune olması bakımından kıymetlidir. Kâdızâdeli Ahmed Efendi’nin risaledeki şu son sözleri ismet-i enbiyâ mevzusunu ve bu konudaki en öz hassasiyeti idrâk açısından oldukça mühimdir:

    İlmin Vesileleri

    “İlmin sebepleri halka göre üçtür: Birisi havâss-ı selimedir ve birisi haber-i sâdıklardır ve birisi akıldır. Havas dahi birisi sem’dir ki savları işitir ve birisi basardır ki ziya[y]ı ve renkleri ve şekilleri… Ve birisi basardır ki kısa ve onlu ve derinleri ve sair harekâtı görür bilir ve birisi şemmdir ki kokuları bilir ve birisi zevkler(dir), tatlı ve açık gibi taamı bilir ve birisi hararet(dir), bürûdet rutûbet bilir. Sâdık ki vakıa mutabık olan kelâm ol dahi iki nev addır. Birisi haber-i mütevatir, tarifi budur: Kavm ol halkın kezb üzerine ittifak etmelerini akıl caiz görmeye. Zaman-ı mazide geçmiş mülukdan haber vermeleri gibi ki yalan olmak ihtimali olmaya. Sultan Mehmet ve Sultan Selim nâmında mülûk var idi deyü ittifak edip söyledikleri gibi, mesela bazı şehirleri vardır deyü söyledikleri gibi ki akıl bu haberlerin yalan olmasına kâil olmaz. Haber-i tevatür ile ilm-i zaruri hâsıl olur. Şek ve şüphe kabul etmez ve bir nevi [haber daha vardır ki ona haber-i ahad denir] mucize-i bâhire ile müeyyed olan resul-i zîşan haberidir ki onun ile haber verdiği ahkâmın sıdkına ve sıhhatine istidlâl olunup ve ilm-i istidlâli icap eder. Resulün haberiyle sabit olan ilm-i hak olup yakın, zaruret ve bedahet tarikiyle sabit olan ilim gibi şeki ve şüpheyi kabul etmez… Kur’ân-ı Azîmüşşân’da ve ahâdis-i nebeviyede hülasa zikrolunan kısas-ı bâise hak sarihte revandan ilim hâsıl olur lakin bazı tevarih ve tefasir desiseleri ve zamları evvele şer’iyyeye muvaffak Kitap ve sünnet ile sabit olmadıkça makbul değildir. Ey âkil, bu risalede tahkik olunan hülasa haktır.”