Önce ailede, sonra okulda sürekli bir şeyleri öğreniyoruz. Bununla birlikte çok ince bir detayı gözden kaçırıyoruz: İnsanı eğitmekle ona bir şeyler öğretmek birbirinden farklı.
Bilim ve teknolojide istediğimiz seviyeye ulaşmak! Dünyada söz sahibi olmak isteyen her toplumun temel hedeflerinden biri bu. Çünkü adına bilişim çağı denilen bu dönem, insanları teknolojik gelişmelere dâhil olmaya mecbur bırakıyor.
Sürecin ana aktörlerinden değilse de bir şekilde muhatabı oluyor insanoğlu. Başımızı çevirdiğimiz her yerde teknolojiye ait bir şeyler var. Elimizin altında, yatağımızın başucunda, sokakta, caddede, okulda, işte…
Telefonlar, bilgisayarlar ve tabletler bizi var olduğumuz ve her şeyimizle hissettiğimiz hayatın içerisinden çıkararak sanal bir atmosfere mahkûm ediyor.
Gündelik yaşantımızın kolaylaştığı doğru. Alışveriş için markete gitmek zorunda değiliz. Birkaç tuşa dokunarak on binlerce kilometre ötesi ile iletişime geçebiliyoruz. Bilgiye ulaşmak da kolay olunca okumaya, danışmaya, konuşmaya da “ihtiyacımız” kalmadı!
Buradan bakıldığında teknoloji nimet. Ancak bugünü bilgisayarın ve internetin hayatımıza girmediği dönemlerle kıyasladığımızda yitirdiklerimizin kazandıklarımızdan daha çok olduğunu görüyoruz.
Teknolojideki gelişmeler eşyaların kalitesini artırıyor. Üstelik geçmişte pahalı olduğu için sınırlı sayıda alıp kullanabildiğimiz kaliteli eşyalara artık daha kolay ulaşabiliyoruz. Çünkü sayıları çoğaldı ve fiyatları geçmişe nazaran düştü.
Teoride dünya, böyle bir atmosferde daha yaşanılır hale gelmeli. Hâkim ekonomik sisteme göre hayatı kaliteli yaşayınca mutlu olmalıyız. Ya da şöyle söyleyelim; ne kadar çok tüketirsek, o kadar haz alıyoruz.
Ama hali hazırda yeryüzü, içindekilerle birlikte daha çok çekilmez hale geldi. Eşyalarımızdaki kalite insanlığımıza, karakterlerimize yansımadı. Üstüne üstlük yokuş aşağı büyük bir hızla yuvarlanıyoruz.
Eğitmek mi, öğütmek mi?
Elbette bu durumun çeşitli sebepleri var. Eğitim, nedenlerin başında geliyor. Önce ailede, sonra okulda sürekli bir şeyleri öğreniyoruz. Bununla birlikte çok ince bir detayı gözden kaçırıyoruz: İnsanı eğitmekle ona bir şeyler öğretmek birbirinden farklı. Belki de hatayı daha baştan yaparak, eğitimle öğretimi yan yana kullanıyor, bunu yaygınlaştırıyor ve iki kavramı zihinlerimizde eşdeğer hale getiriyoruz.
Geçmişle neden kıyaslıyoruz bugünü? Yahut kıyaslamak zorunda kalıyoruz? Çünkü dünyaya medeniyet ihraç ettiğimiz ve şimdilerde hayranlıkla seyrettiğimiz Batı’yı dize getirdiğimiz dönemlerde çok yönlü ilim adamları yetiştirdik. Onlara yalnızca bir şeyleri öğretmekle de kalmadık. Aynı zamanda ilmin ağırlığını taşıyacak karaktere de sahip olmaları, çoğu zaman da kâmil insan seviyesine gelebilmeleri için “eğittik.” Böylece toplumda sadece bilgisiyle değil karakteriyle, şahsiyetiyle de örnek alınacak şahsiyetler ortaya çıktı.
Eski ile yeni arasındaki kıyasta belki en dikkate değer hususlardan biri şudur: Eskiden sadece ilim erbabı değil, toplumu oluşturan her bir ferdin “iyi insan” olabilmesi için sosyal hayatta çeşitli imkânlar mevcuttu. Kuşkusuz her dönemde kötü karakterli kişiler vardı. Fakat çoğunluğun içerisinde azınlık mesabesinde bile olmayacak böyle kişiler, toplumun anlam ve değer sistemi içinde iyi insanlar arasına karışıyor ya da etkisizleşiyordu.
Gelinen noktada iyiliğini yahut kötülüğünü bir kenara bırakalım, kendisini ifade etmeye yetecek kelime dağarcığına bile sahip olmayan, hayatı ve toplumu okuyamayan, dahası geleceğe dair söyleyecek tek sözü olmayan nesiller türedi. Öğrenim düzeyi yükseldikçe eğitim düzeyi düşüyor. İnsanı olgunlaştıracak bilgi, sahibinin sırtında bir yüke dönüşüyor.
İnsanoğlu “ne yapmalıyız” sorusunun cevabını da biliyor aslında. Nedense yapmıyor, yapamıyor. Ve biz, belki de öğretirken farkında olmadan insan öğütüyoruz.
Çözüm sadece konuşmak değil
Bir yerde bir mesele varsa öncelikle sorun tespit edilmeli. Açıkça söylemek gerekirse mevzuları ortaya koymak ve dillendirmek konusunda üzerimize yok. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın genlerinden midir bilinmez, hemen her konuda dertlenmeyi, şikâyetlenmeyi karakter haline getirmişiz. Ancak üzülerek ifade edelim ki konuşmanın ötesinde pek bir şey de yapamıyoruz.
Bugün özellikle Türkiye’de karşı karşıya kaldığımız sıkıntıların birinci sebebi insan kalitesinin hayli düşük olması. Dolayısıyla diğer bütün sorunları çözmek için bu problemi çözmek gerekiyor. Kesinlikle birdenbire olacak şey değil, fakat imkânsız da denilemez. Bir an önce kendi çocuklarımızdan başlamak üzere yeni nesli eğitmeli, örnek şahsiyetler yetiştirmek için niyet ve mücadele etmeliyiz.
Eğer yeniden medeniyet merkezi olmak gibi bir niyetimiz varsa eğitim sistemimiz üzerine düşünmeli, tartışmalı ve çözüme dair yol haritası çıkararak uygulamaya geçmeliyiz. Aksi takdirde eğitim sorunu kartopu misali büyüyüp iyiden iyiye içinden çıkılmaz hale gelecek