İbrahim Fasih Haydarî kuddise sırruhû, on üç yaşından kırk yaşına kadar Mevlâna Hâlid kuddise sırruhûnun dergâhında kalmış ve onun ileri gelen halifelerinden ders almıştır. Onun Nakşî-Hâlidî yoluyla ilgili önemli bilgiler verdiği “Mecdü’t-Tâlîd: Hâlidîliğin Doğuşu” adlı risalesinde Nakşibendî mürşidlerinin halleri şöyle anlatılır:
Bir şey onları Yüce Mevlâ’nın zikrinden alıkoysa, hemen ondan yüz çevirip uzaklaşırlar. Onların üzerlerine kudsî esintiler saçıldığı zaman vecde gelirler, ilâhî aşkla coşarlar. Onların kazançlarını bir düşün! Onlar mukarrebîn (her an Allah Teâlâ’ya daimî yakınlık nimetine ermişler) ehlindendir. Seherlerde istiğfar ederler. Kalplerine dünyayı terk edeceklerine dair bir vesika yazmışlardır. Onlar sadece Allah Teâlâ’nın rızasını talep ederler. Gecelerde ağlamayı ve uykusuzluğu âdet edinmişlerdir. Onlar hakikat denizlerini geçmişler ve hakikat erbabından nicelerine uğramışlardır. Fakat onların bu hallerinden başkaları haberdar değildir. Keşke bu mukarreblerin terennüm ettikleri nağmeleri işitseydiniz! Onlar zâhirde halk ile beraberdirler. Fakat kalpleri Allah Teâlâ ile beraberdir.
Bu yoldaki sâlikin hallerinden biri de cismiyle insanlarla beraber olsa da kalbi ile onlardan ayrı olduğu halde sülûkunu tamamlamasıdır. Onlar Cenâb-ı Hakk’ın şu ayet-i celilerini doğrularlar: “Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan alıkoyamadığı kimselerdir.” (Nûr 37)
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar.” (Âl-i İmrân 191)
Bu yoldaki sâlikin halinin kaynağı, her ne kadar zâhirde halk ile beraber olsa da halvet ve celvet halinde kalbiyle Hak Teâlâ ile beraber olmasıdır. Kübreviyye ve Kadiriyye gibi birçok tarikatın esası ise zor riyazet ve hizmetlerle tezkiyeyi (nefsi temizlemeyi), tasfiyenin (arınıp özüne dönmenin) önüne geçirmektir. Bu riyazet ve hizmetlerle nefsin arzuları kırılır ve tezkiye gerçekleşir. Bazı âriflerden zikredildiğine göre bu tarikatlarda tezkiyeden önce sâlike zikir telkin edilmez. Fakat Nakşibendî tarikatında durum böyle değildir. Nakşibendî tarikatında tasfiye, tezkiyeden önce gelir. Nitekim Nakşibendî tarikatı mürşidleri şöyle buyurmuşlardır:
“Bir insan Hak Teâlâ’ya yöneldiğinde ilk önce tasfiye meydana gelir. Bundan sonra diğer tarikatlarda senelerce zorlu riyazetler sonucu elde edilen tezkiye, rahmânî cezbelerin meydana gelmesi ile daha çabuk hâsıl olur.”
Âriflerin, Nakşibendî tarikatının mertebesinin ve hallerinin yüceliğine şahitlik etmesine bir bak!
İnsanlığın büyük âlimi Şeyh Ahmed b. Hacer el-Heytemî kuddise sırruhû el-Fetâva’l-Hadîsiyye adlı eserinin hâtime kısmında Nakşibendî tarikatının yüceliğine şu şekilde şahitlik etmiştir: “Sûfîlerin cahillik kirlerinden sâlim olan tek tarikat Nakşibendî tarikatıdır.”
Yine Ali el-Kârî rahmetullahi aleyh, Şerhu Hisnü’l-Hasîn adlı eserinde, gaflet mahalli olan çarşı pazarda zikretmeyi ve oralarda zikreden kimsenin mücahid gibi olduğunu açıkladığı kısımda şöyle demiştir: “Bu söz, sûfîlerin büyüklerinden Nakşibendî sâdâtının tercih ettikleri şeye delildir ki, onlar şöyle demişlerdir: ‘Halvet celvettedir. Uzlet ise insanların arasına karışmadadır. Sûfî kâin ve bâindir. Yani hem insanlar arasındadır hem onlardan uzaktır. Onlara yakın ve aynı zamanda uzaktır.’ Allah Teâlâ bizleri onların bereketlerinden faydalandırsın. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hadis-i şeriflerini araştıran, onun haberlerini, hallerini, sözlerini ve fiillerini bilen kimse anlar ki bu yol, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın peygamberlikle görevlendirilmesinden sonra tercih ettiği ve ümmetinden bu hal üzere biat aldığı yoldur.
Ârif-i billâh Muhammed Murad Özbekî kuddise sırruhû Risâle’sinde şöyle demiştir:
“Nakşibendî tarikatı, aslî şekli ile sahabenin yoludur. Onda ne bir fazlalaşma ne de bir eksiltme yapmışlardır. Bu yol tam bir azîmet ve niyet ile zâhirde ve bâtında kulluğa devam etmekten, nefsini unutarak ve öldürerek Allah ile olan huzur halinin devam etmesiyle birlikte muamelâtta, ibadetlerde, âdetlerde, bütün hal ve hareketlerde ruhsattan ve bid‘attan kaçınmaktan ibarettir. Bu yol, nefsleri tezkiye eden mücahede ile beraber tam bir muhabbetle yansıma ve boyanma yoludur. Bu yoldan feyz almada yaşlılar ve gençler eşit olduğu gibi, feyz vermekte de diriler ve ölüler eşittir. Bu tarikatın sonu başının içindedir. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhunun vasıtasıyla zâtî muhabbet cezbedildiğinden bu tarikatın başlangıcı diğer tarikatların nihayetidir.
Bu yolda iki asıl vardır. Her kime bunlar verilmişse ona her şey verilmiş demektir. Bunlardan biri, tam bir şekilde Hz. Peygamber’e tâbi olmak, diğeri ise mürşid-i kâmile muhabbet beslemek… Fakat bu zorlama yoluyla olmamalıdır. Çünkü bu yolda zorlama zındıklıktır. Aksine bu, Allah’ın kullarından dilemiş olduklarına verdiği bir bağıştır.
Öyleyse bu iki asılla beraber şartları yerine getirilerek kurulan yakınlık, tecellilerin yansımasına ve Allah’ın boyasıyla boyanmaya kâfidir.”