İçeriğe geç

Peygamber Efendimizin Hayatı 2. Bölüm (Doğumdan Sonra İlk Üç Gün Nasıl Geçti)

    Peygamber Efendimizin Hayatı 2. Bölüm (Doğumdan Sonra İlk Üç Gün Nasıl Geçti)

    Osman b. Âs’ın (radiyallahu anh) annesi Fâtıma-ı Sakife anlatıyor:

    Ben o gece Hz. Amine’nin yanındaydım. Yeryüzünde benzeri görülmemiş bir güzellik ortaya çıkarak gökteki bir yıldız dünyanın dört bir yanına ışıklar saçtı; oda içinde birçok meşale yandı zannettim. Çünkü o saadet yıldızı, koca bir nur ile doğdu. Amine’den bütün aleme bir nur yükseldi ki yerle gök arasında nurdan başka bir şey görünmedi.

    Alemin nuru, gaybın gizli evinden çıktığı anda “Rabbin sana merhamet etsin” sedasının işitildiğini; alemin dört bir yanının nur denizine gark olduğunu, hatta Yesrib ve Batha ile Şam diyarındaki binaların göründüğünü Abdurrahman b. Avf’ın (radiyallahu anh) annesi anlatmıştır.

    O gece Hz. Amine’nin (radiyallahu anha) gözünün önünden perde kalmış ve yeryüzünde üç sancak görmüş ve bu sancaklar yeryüzünün tamamını aydınlatmıştı. Biri doğuya, diğeri batıya, bir diğeri de Kâbe-i Muzzama’ya dikilmiş.

    Alemin ışığı Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), gün gibi doğup yeryüzü seccadesine alnını koyduktan sonra mübarek iki elini kaldırmış ve dua etmiştir. Bunu Hz. Amine (radiyallahu anha) görmüş ve nakletmiştir.hhHHnnakhieaie

    Bu yerde Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şanını yüceltmek gayesiyle ayağa kalkılması ve yüce ismini duydukça salavat getirerek ona saygı göstermeye dikkat edilmesi İslam’daki edep şartlarından biridir.

    Hikmet bahçesinin goncası Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, varlık alemini süsleyince, birinin elinde gümüş bir ibrik, yanındakilerin elinde zümrüt renkli dört köşe bir leğen, bir diğerinin elinde bir top beyaz kumaş olmak üzere güzel yüzlü dört üç kişi peyda oldu.

    Elinde leğen olan, “Bu leğenin dört köşesi, dünyanın dört bucağıdır. Ey Allah’ın habibi, hangi yeri istersen işaret buyur” dedi. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem mübarek elini leğenin ortasına koydu. Böylelikle gizli perdenin gerisinden Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Kabe’yi seçince, “Biz de Kabe’yi ona mesken kıldık” şeklinde bir ses duyuldu.

    Daha sonra elinde leğen olan güzel yüzlü zat, Efendimiz Ahmed’in (aleyhisselam) bedenini leğenin içine koydu. Yanındaki ibrik taşıyan kişi de su döktü. Yedi defa yıkadıktan sonra elinde kumaş olan arkadaşlarına verdiler. O kişi, şeref beşiğindeki nazik Efendimizi beyaz renkli kumaşla sararak bir saat kadar kucağında tuttu.

    Aklın anlayamayacağı bir takım garip sözler söyledikten sonra, “Ey Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), müjde olsun ki peygamberin ilim hazineleri size ihsan edildi; fetih ve zafer anahtarları da sizin sağlam ellerinize verildi.

    İnsanların kalpleri sizin heybetiniz ve büyüklüğünüzden dolayı korku ve çekingenlikle dolmuştur” diyerek kayboldular. Bu müjdecinin cennet meleklerinden Rıdvan olduğu da Abdullah b. Abbas’tan (radiyallahu anh) rivayet edilmiştir.

    Bahsi geçen günde Abdülmuttalip, Mescidi Haram’da dua ederken bir an Beytullah’ta ileri gelen birtakım kimselerin makam’ı İbrahim’e secde ederek yine yerlerine geçtiklerini görmüş, “Allah’a hamdolsun, putpereslik karanlığından kurtuldum. Cenabı Hak beni lütfu ve yardımıyla putlara ibadet etme çamurundan temizledi” derken gaipten, “Ey Abdülmuttalib, sana müjdeler olsun ki Hz. Amine’nin (radiyallahu anh) ”rahmeten lil alemin” lakabına sahip bir oğlu oldu sedası” duyuldu.

    Abdulmuttalib hemen Hz. Amine’nin evine gidip kapıyı çaldı. Hz. Amine üzüntüyle kapıyı daha sonra açma isteğini belirtti. İsteği kabul edilmeyince kapıyı açtı. Abdülmuttalib içeri girdi. Amine’nin alnındaki kandilin işığı olan nur-i Muhammedi’nin orada olmadığını görünce “O kaşlar arasındaki mihrabın kandili nerededir?” dedi.

    Hz. Amine “Biraz önce dünyaya getirmiştim. Doğum sırasında manevi alemden tarifi mümkün olmayan bir garip hal gördüm” diye cevap verdi. Abdülmuttalib, “Getir, o övündüğüm iki gözümün nurunun sümbül yüzüne yüz süreyim” dedi.

    Hz. Amine, (Melek yüzlü, bir şahıs ortaya çıkıp o güzellik beşiğin nazlı bebeğini zümrüt bir leğen içinde yıkadı, beyaz kumuşa sararak ‘Bu nazlı taze çocuğu üç gün üç gece geçmeden hiç kimseye gösterme!” dedikten sonra gözden kayboldu” şeklinde anlatmaya başladı.

    Fakat Abdülmuttalib son derece kızgın bir şekilde, “Ne olursa olsun göreceğim” deyince Hz. Amine sözlerini, “Filan odanın köşesinde, eğer gücünüz yeterse ziyaret edin” diye sürdürerek o taze bebeğin ışık saçtığı yeri söyledi.

    Abdulmüttalib, ziyaret etmeye niyet etti, kılıcının kabzasını kavradı. Söz konusu yere yöneldi. Söylenen odanın önünde acayip şekilli, korkunç görünüşlü bir kişi ortaya çıkıp, “Ey Abdülmuttalib, cennet melekleri alemlere rahmet o çocuğu ziyaret etmek için gelmişlerdir. Onların ziyaret merasimi sona ermeksizin insan cinsinden biri ziyaret ederse hayatta nasipsiz kalır” dedi.

    Aldığı cevaptan dolayı ürken Abdulmuttalib, geri dönüp gördüğü vakayı Kureyşlilere ulaştırmak için onların bulundukları yere giderken dilinde bir tutulma meydana geldi. Böylece durumun saklanıp söylenmemesi ve dikkat edilmesi gereken bir sır olduğunu anladı, duyurup açıklamaktan uzak durdu.

    Başka bir görüşe göre de Abdulmuttalib, peygamberlerin önderi Hz. Peygamber’in alnını görmüş, görmesiyle de o en kıymetli selviyi canına muska gibi bağrına basmış. Bu halde Kabe’ye yönelip Allah’a şükür ve hamdle dolu matlaı şu kasideyi söylemeye girişti.

    “Bu güzel çocuğu bana veren Allah’a hamdolsun”

    Daha sonra kainatın efendisini Hz. Amine’nin yanına götürmüş, onu koruyup kollamanın yollarını tavsiye ettikten sonr “Onun kadir kıymeti büyük olacaktır” diyerek sözünü bitirmişti.

    Peygamberler kervanının reisi Efendimiz’in doğum tarihi konusunda bütün siyer imamları ihtilaflı bilgi vermiştir: Fil hadisesindeki Mahmud adlı filin gelişinden iki ay altı gün sonra, Nüşirevan’ın saltanatının başlangıcından kırk iki yıl altı ay geçmişken ve İskender tarihinden 870 yıl geçmişken Rumi takvime göre Nisan’ın, Farslar’ın takvimine göre de Deymah ayının 17. Gecesi; Rebiülevvel ayının ise 12. Günü sabahı, dünyayı aydınlatan güneşle birlikte Hz. Peygamberin de sallallahu aleyhi ve sellem varlık ufkuna ışıklar saçtığında birleşmişlerdir.