İçeriğe geç

Yol ve Yolculuk

    Şazeliyye tarikatı pîrlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhûnun “Hikem-i Atâiyye” adlı eserine Şeyh Said Ramazan el-Bûti rahmetullahi aleyh tarafından yapılan şerhi tefrika halinde sunmaya başlamıştık. Sekizinci hikmetin şerhine devam ediyoruz.

    8. Hikmet: Sana marifet kapısı açılmış ise amelin eksik ve az olsa da gamlanma. Çünkü Allah Teâlâ sana o kapıyı ancak kendisini tanıtmak için açmıştır. Bilmez misin ki marifet sebeplerini sana göndererek ihsanda bulunan O’dur. Amellerin ise O’na sunduğun hediyelerden ibarettir. Hâl böyleyken senin sunduğun hediyeler nerede, O’nun sana ihsanları nerede?

    İnsanın dalâlet ve mahrumiyet çukurundan kurtulup istikamet üzere yola koyulması, hidayet bulup marifetullaha nail olması, yani seyr u sülûk etmesi ancak şu iki yolla mümkündür:

    Birincisi, kulun gayret ve ameliyle Rabbi’ne yöneldiği uzun ve meşakkatli bir yoldur. Bu yolda evvela iman hakikatleri ve esasları kulun zihninde filizlenir; sonra boy atar ve kalbi Hak Teâlâ’nın muhabbet ve azametini hisseder, bu ilâhî azamet karşısında ürperir. Daha sonra da emrolunduğu ilâhî emirlere sarılmaya, sakındırıldığı yasaklardan uzak durmaya başlar. Çokça zikrederek ve Kur’an kıraatiyle de bu amelleri sürdürmeye muvaffak olur.

    Bu yolun yolcusunun yani sâlikin elde edeceği netice, hem basar (baş gözü) ve hem de basireti (kalp gözü) nezdinde dünyanın parça parça küçülmesi, hükmünü yitirmesidir. Âhiret ve âhirette nail olacağı nimetler de gitgide hem nefsinde ve hem de fuâdında [ilâhî nuru temâşa eden kalbinde] yücelir. Halihazırda gelip geçen dünyadan daha ziyade, önünde sonunda muhakkak kavuşacağı âhirete önem verir. Bu yola, hidayet ve tevbe yolu denir.

    İkincisi, Rabbi’nin kula yöneldiği yoldur. Yani ilkinde yol senden Allah’a ve O’nun rızasına nail olmak kastıyla attığın adımla başlar. Bu yolda ise yolculuk/sülûk, Allah Teâlâ’dan sana yönelik şekilde gerçekleşir. Bu yola “seçkin yol” anlamında “tarîku’l-ictibâ” denir. Kul Rabbi’nden uzak, boğazına kadar gaflete dalmış, dünyevî ilgiler ve nefsinin hevâsıyla meşgulken, ansızın, sebebini sadece Cenâb-ı Hakk’ın bildiği bir hususa binaen O’nun katından özel rahmete nail olur. Hak Teâlâ, onun basiretini açan ve lütuflarına nail kılan bir tecelli ile onu Yüce Zâtı’na cezbeder. Bu cezbe ile marifetullahı, muhabbetullahı ve Allah’ı tazimi elde ettiği bir mertebeye yükselir. Bütün bunlar da bir anda olup biter.

    [Mütercimin notu: Bûtî merhûmun zikrettiği bu iki yol, tasavvuf ıstılahında “sâlik-i meczûb” ve “meczûb-i sâlik” kavramlarıyla bilinir. Bu hususun sûfîlerin eserlerindeki tasvirine misal olarak, Semerkand Yayınları’nca neşredilen ve Prof. Dr. Dilaver Selvi’nin Gerçek Tasavvuf başlığıyla tercüme ettiği, Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin Avârifü’l-Maârif ismli eserine bakılabilir.
Bkz. s. 125-128]

    Şu âyet-i kerime de bu iki yolu, gaflet halindeki avarelikten ve sapkınlıktan kurtulup hidayet ve salâh bulma yolu olarak şöyle beyan etmektedir: “Allah (dini tebliğ için) dilediğini seçkin[lerden] kılar ve kendisine yöneleni de hidayete erdirir.” (Şûrâ 13)

    Seçkinlerden kılmak (ictibâ) ve hidayete erdirmek… Birincisi Allah Teâlâ’nın dilediği kulu özel olarak seçerek kendisine çekmesiyle, cezbiyle zuhur eder. İkincisi ise kulun tevbesiyle başlar; kuldan Rabbi’ne doğru itaat, ibadet, zikir ve marifetullaha nail olma arzusuyla süregiden uzun bir yolda seyr ile devam eder.

    Allah’ın seçkin kullarını dilediği surette seçip kendisine cezbediyor oluşu, bu ikinci yolu tercihte kulun hiçbir rolünün olmadığına yeterli delildir. Bu yola dahil olanlar özeldir ve ancak Allah’ın dilediği kulunu seçmesiyle o mertebeye nail olurlar.

    Ayette, Cenâb-ı Hakk’ın tevbe ve hidayet yolu olarak nitelediği yolu da Allah kulların sülûkuna ve tercihlerine tevdi etmiştir. Hidayet, sülûkun sonunda, Allah yolundaki gayret ve mücahedelerinin meyvesi olarak kulların nail olacağı bir mevhibe, bir ilâhî ihsandır.

    İbn Atâullah kuddise sırruhû bu hikmette, bu iki sülûk yolundan birine dikkatlerimizi çekiyor ki, o da Allah’ın bazı kullarını seçmesi neticesinde zuhur eden seçkin yol yani tarîku’l-ictibâdır. Cenâb-ı Hak bazı kullarını bir anda kendisinden uzaklık ve gafletle avarelik çukurlarından, yakınlığın ve irfanın en yüksek zirvelerine çıkarır.

    İbn Atâullah’ın bu hususa dikkat çektiği hikmetini gelin kelime kelime tahlil edelim:

    “Allah Teâlâ sana marifetinden bir kapı açtı ise…” Yani onun vesilesiyle Zât-ı Kibriyâ’yı bilip tanıyacağın bir kapı açtı ise… Ki bu da ancak zamanın dürülüp bükülmesiyle bir anda veya birkaç dakikada olup biten bir ilâhî fetih ve cezbe (manevi çekiş) ile mümkündür. Bu suretle Hak Teâlâ aylarını yıllarını alacak bir çalışmadan seni müstağni kılar.

    “Amelin eksik ve az olsa da gamlanma…” Yani seni şüpheye sevk edecek bir şekilde afallayıp gam ve kedere düşme. Allah’a yönelerek O’nunla kalbî bir bağ kurduğun bu yüce makama, adet olduğu üzere ibadetlerden, nafilelerden ve zikirlerden destek almaksızın eriştiğin için böyle bir duyguya kapılma. Çünkü ilâhî fetihlerle kat edilen yol, yani sülûk, kulun cehd ve gayretiyle ilerlediği yoldan farklıdır.

    “Çünkü Allah Teâlâ sana o kapıyı ancak kendisini tanıtmak için açmıştır…” Yani O, ancak kendi Zât-ı Kibriyâ’sını sana bildirmeyi, marifetullaha erişmeni murad etmiştir. Bu ilâhî muradı ile Cenâb-ı Hak sana şeref bahşettiği gibi, bütün varlığını ilâhî marifet, muhabbet, azamet ve heybetin tesiri ile baştan başa kuşatır. Daha evvel Hak Teâlâ ile yakınlaşmak kastıyla yapageldiğin ameller az da olsa yani meczûb-i sâlik isen, bu böyledir.

    İbn Atâullâh kuddise sırruhû devamla, bu iki yolu yani sülûku yakınlaştırarak şöyle buyuruyor: “Bilmez misin ki marifet sebeplerini sana göndererek ihsanda bulunan O’dur. Amellerin ise O’na sunduğun hediyelerden ibarettir. Senin sunduğun hediyeler nerede, O’nun sana ihsanları nerede…” Yani düşün, tefekkür et! Bir yanda bin bir türlü noksan ve nefsin hazlarından muhakkak bir payı bulunan amellerinle Allah yolunda ilerlemen, yolculuğun; öte yanda Cenâb-ı Hak katından bahşedilen ilâhî lütuflar… İkisi arasındaki şu büyük ve mühim farkı anla! Şüphe yok ki Hak katından gelen ilâhî lütuflardaki cezbe kuvveti, taat ve ibadetlerin vesilesiyle nail olacağın terakkinin kuvvetinden çok daha yüksek, çok daha etkilidir.

    İşte bu, kurbiyet/yakınlık kastıyla sarıldığın taat ve ibadetler vesilesiyle Allah’a sunduklarınla, O’nun ilâhî lütuf ve tecellileriyle sana bahşettikleri arasındaki farkın özetidir. Buraya kadar anlattıklarımız da bu hikmet ile kastedilen mananın hızlı bir özetinden ibarettir.